![](https://www.aktuelsanat.net/wp-content/uploads/2020/09/biden-trump.jpg)
ABD başkanlık seçimleri ve olası etkileri
3 Kasım 2020 tarihinde ABD’de başkanlık seçimleri yapılıyor. Cumhuriyetçiler Trump’ı yeniden aday gösterdiler. Ilımlı cumhuriyetçiler Trump’a açık destek vermediler ve ilgi çeken bir başka husus da cumhuriyetçilerin eski başkanlarının Trump’ın aday gösterildiği toplantıya katılmamasıydı. Demokratlar ise Biden’ı başkanlığa aday gösterdi. Bill ve Hillary Clinton, Obama ve eşi, tam kadro Kongre üyeleri, Biden’ın aday gösterildiği toplantıya katılarak aktif destek sundular.
Koronavirüs pandemisinin başkanlık seçimlerine etkisi
ABD seçimlerde dış politika ve savunma stratejisi, başkan adaylarının kazanmasında önemli bir faktör olarak hep ön plana çıkardı. Eğitim, sağlık gibi toplumu doğrudan ilgilendiren konuların etkisi ikinci planda kalırdı. Ancak bu kez koronavirüs pandemisinin etkisiyle iç politikadaki gelişmeler ön plana çıkıyor.
Pandemi’nin öncesinde Trump’ın kazanması yüksek bir olasılıktı ancak bugün tersine kaybetmesinin sürpriz olmayacağı konuşuluyor. Trump’ın ekibi pandemi sürecini çok kötü yönetti ve halen kötü yönetiyor. Politika belirleyip önlem almak yerine sorunu sıradan bir virüs olarak gördü. Sonra Çin’i hedef tahtasına oturttu. Dünya Sağlık Örgütü’nü suçladı ve bu kurumdan çekildi. Sonuçta ABD, koronavirüs pandemisinin merkez üssü haline geldi. Vaka sayısı 6,6 milyona, ölü sayısı 190 binin üzerine çıktı. 35 milyona yakın kişi işini kaybetmiş, 23 milyon kişi işsizlik ödeneğine başvurmuş, ABD standartlarına göre yoksulluk sınırında olanların sayısı yaklaşık 45 milyon ve 40 milyona yakın kişi ise sigortasız yani sağlık haklarından yararlanamıyor.
Afrika, Latin Amerika kökenlilerin ve yerlilerin yoğunluklu olarak yaşadığı yoksul bölgelerde ölümlerin çok yoğun olduğu görüldü. Bu dönemde polisin Afrika kökenlilere yönelik saldırıları arttı. Trump yönetiminin iç çatışmaları körükleyerek ırkçılığı kışkırtıp özellikle beyazların oylarını bloke etmek için yaptırdığı iddia edilse de sonuçta bütün eyaletleri sarmalayan protestolar gündelik yaşamın bir parçası haline geldi. Pandemi sürecinin kötü yönetilmesi ve bunun sonuçlarının topluma çok ağır bir şekilde yansıması, seçim sonuçlarını etkileyecek çok önemli bir faktör haline geldi.
Trump, sanıldığı gibi aptal birimi?
Hem ABD kamuoyunda hem de uluslararası alanda Trump’ın kural tanımadan hareket ettiği, kafasının estiği anda rastgele açıklamalar yaptığı sıklıkla dile getiriliyor. Çok açık söylemek gerekirse Trump, ABD’nin geleneksel başkanları gibi davranmıyor ama ne aptaldır ne de dengesizdir. Tersine zeki biridir. Attığı her adımı bilerek atıyor, yaptığı her açıklamanın arka planını hesaplayarak yapıyor. Trump, kendi gücüyle seçimleri kazanıp başkanlık koltuğuna oturmadı. Belirlenen bir stratejinin uygulanması için seçtirildi. Dışişleri, Savunma Bakanları, Ulusal Güvenlik Danışmanları gibi birçok kişiyi değiştirdi ya da istifa etmek zorunda bıraktı. Burada esas olarak Trump ile kişisel uyumsuzluk yaşadıkları için istifa etmediler. Trump’ı seçen güçlerin belirlediği küresel politikanın uygulanmasında sorunlar yaşadıkları için görevlerinden alındılar veya çekildiler.
Trump, hangi strateji için göreve getirildi ve neden yeniden aday gösterildi?
1990’lı yıllardan bu yana ABD’yi yöneten güçlerin iki temel stratejisi var. Bunlardan birincisi, Baba Bush ile başlayıp Oğul Bush ile devam eden nispeten revize edilerek Trump ile süreklileştirilmek istenen stratejidir: ABD dünyanın mutlak gücüdür, 21.yüzyılın küresel imparatorluğu ABD, dünyanın her bölgesinde mutlak egemenlik sağlayacaktır. Afganistan’dan başlayıp Irak’ta devam eden askeri stratejinin temel hedefi buydu. Yani ABD’nin mutlak koşulsuz egemenliği: “Ya bizdesin ya da düşmansın.” Trump ve ekibi bu stratejiyi Çin’in dünya çapındaki yükselişini durdurarak devam ettirmek istedi. Temel yaklaşım şöyle: 21. yüzyılda, Çin, ABD için büyük bir tehlikedir ve mutlaka durdurulmalıdır.
Trump, Çin’i düşman gören stratejiyi uygulamak için ABD’nin dünya çapındaki küresel politikalarını hızla değiştirmeye yöneldi. Bu nedenle AB ile politik, ekonomik ve askeri sorunlar yaşamaya başladı. NATO’daki sorumluluklarını hızla azaltmaya yöneldi. Özellikle Almanya’nın NATO giderlerini daha fazla üstlenmesini talep etti. Hatta NATO’nun Çin’e karşı konumlandırması için askeri stratejisinde değişiklikler yapılması için talepte bulundu.
ABD’nin enerji şirketlerinin onlarca yıldır kontrolde tuttuğu ve silah ihracatında %60 civarında bir pay sahibi olan Ortadoğu’da özellikle Körfez bölgesindeki askeri güçlerini önemli oranda azaltacağını açıkladı. Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler üzerinde baskı kurarak Çin’e karşı tutum almalarını sağlamaya çalıştı. Rusya, Vietnam ve Kuzey Kore gibi Çin ile geleneksel ittifakı olan ülkelerle yakın ilişkiler kurarak Çin’den uzaklaştırmak istedi. Çin’de üretilen mallara yüksek vergiler getirerek Çin’in küresel pazarlarını kontrol etmeye çalıştı. Çin’in en büyük enerji tedarikçisi olan İran’ı yeniden hedef tahtasına oturttu. ABD’nin uzay-askeri stratejisi dahi Çin’in küresel çaptaki gelişmesinin engellenmesine göre oluşturuldu.
Trump yönetiminin Çin karşıtı politikası başarısız kaldı
Trump yönetimi, Çin politikasını başarılı bir şekilde uygulayamadı. Buna karşı en ciddi tepki dahası direniş ABD’nin iç dinamiklerinden geldi. Birincisi ABD kökenli en büyük silah ve enerji tekelleri için Ortadoğu, 2050’lere kadar stratejiktir. ABD’nin Ortadoğu’dan çekilmesi bu alanın AB ve Çin gibi ülkelere bırakılmasının ABD’nin ekonomik, diplomatik ve askeri gücü için ciddi bir kayıp ve hatta yenilgi olacağı belirtildi. İkincisi, yine ABD merkezli dijital/bilişim teknoloji merkezli şirketler başta olmak üzere üretime dayalı küresel tekellerin artı-değerin maksimal düzeyde elde edildiği Çin’de milyar dolarlarla ifade edilen yatırımları bulunuyor. Üçüncüsü, Çin, ABD’nin 2 trilyon dolarlık devlet tahvillerini elinde tutuyor ve ABD’deki birçok bankayı satın alarak finans dünyasında önemli bir potansiyeli oluşturuyor. Buna benzer önemli faktörler nedeniyle Trump’ın birinci başkanlık döneminde Çin’e karşı izlediği strateji beklenilen etkiyi yaratmadı. Çin’in dünya çapında artan yükselişini en azından Asya içinde tutarak ABD’nin dünya üzerindeki mutlak hakimiyeti için Trump’ın ikinci kez seçilmesi doğrultusunda yoğun bir çaba olacaktır.
Biden’ın başkan seçildiğinde uygulayacağı strateji
Clinton ile başlayıp Obama ile zirve yapan temel perspektif ise ABD’nin 21. yüzyılın imparatorluk gücü olarak değil de 21. yüzyılın lider ülkesi olarak sorumluluk almasıdır. Biden, kendisinin de başkan yardımcısı olarak büyük katkıları olan Obama döneminde somutlaşan temel yaklaşımın yeni döneme uyarlanarak devam ettireceğini açıkladı. AB ile tam uyumlu bir politika, NATO ile ilişkilerin yeniden dengelenmesi, Ortadoğu’nun terk edilmesi değil tersine küresel sisteme uyumlu hale getirilmesi, Rusya ile nükleer silah anlaşmaların yenilenmesi, Çin ile çatışma değil küresel ittifak, İran ile nükleer anlaşmanın yeni tavizlerle yenilenmesi, Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlarla yeniden uyumlu bir çalışman��n yapılması yani ABD’nin küresel liderlik gücünün pekiştirilmesi hedefleniyor. Hem Dışişleri hem de Pentagon’da ciddi oranda destek bulan bu stratejinin ABD’nin lider güç olarak küresel dünyaya yön vermede daha başarılı olacağı belirtiliyor.
Trump ile Biden önemli bir ortak buluşma noktaları var. O da İsrail’in stratejik çıkarlarının mutlak olarak korunmasıdır.
ABD seçimleri Ortadoğu’yu nasıl etkiler
Trump’ın yeniden seçilmesi halinde Ortadoğu’nun askeri ve politik istikrarsızlığı nispeten artabilir. ABD askerlerini sanıldığı gibi bütünüyle çekmez. Enerji yataklarının korunmasına devam edecek bir kısım adımlar atabilir. Ancak Ortadoğu’nun ABD stratejisinde ikinci plana düşmesi ABD’nin önümüzdeki 30 yıllık planları bakımından ciddi sorunlar yaratacaktır. İran ile krizin kapsamlı askeri boyuta çıkması zayıf da olsa gündemdedir. İsrail ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin düzelmeye başlamasında Trump yönetiminin ciddi bir katkısı olsa da Ortadoğu siyasetinde tek başına belirleyici olmayacaktır. Kürtlere yönelik belirlenen politika daha da netleşecektir. Kürtlerin Irak’taki konumunun devletleşmeye doğru gitmesi, Trump’ın İran politikası ve İsrail’in yönelimlerine göre şekillenecektir. Suriye’de Kürtlerin politik statüsünün netleşmesi yavaş ilerlese de gerçekleşecektir.
Biden’ın seçilmesi durumunda İran ile yeni bir uzlaşıya varılacaktır. Molla rejiminin askeri ve politik olarak vereceği yeni ödünlerle İran’ın küresel sisteme dahil edilmesinin önündeki engellerin kaldırılması sağlanacaktır. Ortadoğu ülkelerinin küresel sisteme dahil edilmesi için iktidar güçlerinin değişimi teşvik edilecek Suudi Arabistan üzerindeki baskılar nispeten artabilir ve buna paralel olarak Arabistan’ın gelecekteki lideri Muhammed bin Selman, reformlarının kapsamını daha da genişletebilir. Orta vadede İran-İsrail-Mısır-Suudi Arabistan arasında görüşmelerinin sağlanması için bazı adımların atılması sürpriz olmaz. Biden, Kürtlerin politik pozisyonunu güçlendirecek bir kısım adımlar atabilir. Öncelikli olarak Rojava’da Kürtlerin bugünkü pozisyonunun uluslararası alanda kabul görerek hukuki bir statüye kavuşturulması için daha aktif çalışılacaktır.
ABD seçimlerinin Ankara’ya yansıması
3 Kasım seçimleri belki de güncellik bakımından en çok Ankara’yı ilgilendiriyor. Ankara ile Washington arasındaki ilişkilerin, Trump ile Erdoğan dengesine rağmen istenilen gibi yürümediği çok açıktır. Ankara, ABD’nin Suriye, İran ve Irak’ta izlediği politikalara uyum sağlamadı. Trump, Ankara’nın politikalarına dengeli yanıtlar vermeye çalıştı. Ancak ABD’nin Dışişleri ve Pentagon gibi iki stratejik kurumu Ankara’nın politikalarından önemli ölçüde rahatsız oldular. Kongre Ankara’ya yönelik yaptırım kararı alıp Trump’a sunsa da bu kararlı bir şekilde uygulanmadı. Sadece bir tehdit olarak arada bir sopa olarak gösterildi. Trump’ın yeniden seçilmesi durumunda Ankara-Washington dengesi bugünkü haliyle devam eder. Etki alanını, bütünüyle Ankara’nın hamleleri belirleyecektir. Örneğin Doğu Akdeniz’deki tutumunda, Suriye ve Libya politikasında nasıl bir değişim olacak, bunlar nispeten belirleyici olacaktır. Ancak Trump’ın seçilmesi nedeniyle ilişkilerin hızla toparlanacağı beklenmemelidir.
Biden’ın seçilmesi halinde, Ankara hızlı bir şekilde kendisine çeki düzen vermek zorunda kalacaktır. Biden seçildiği takdirde baskılar ciddi oranda artacak gibi görünüyor. Ankara’nın Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz politikasında ciddiye alınabilir değişiklikler gündeme gelebilir. Halk Bankası davasının seçimden sonraya bıraktırılması da bir tesadüf değil. Biden seçilirse bu davanın AKP iktidarına karşı yeni bir hamle olarak kullanılması sürpriz sayılmamalıdır.
Anket sonuçlarına bakıldığında Biden 5-6 puan ile Trump’ın önünde görünüyor. Ancak ABD’deki seçim sistemi delege sistemine dayanıyor. Kimin ne kadar delege kazandığı esas alınıyor. Hillary Clinton da Trump’tan 3 milyon oy fazla aldı ama delegelerin çoğunluğunu kazanan Trump başkan seçildi. Seçim sonucunu belirleyecek olan 4-5 eyalette Biden birkaç puan önde görünse de yarışta başa baş gidiyorlar.
Seçmenin ikna edilmesinde özellikle başkan adayların televizyondaki karşılıklı tartışmaların önemli bir etkisi var. Seçimler iki aday için de kesin değil ancak Biden bir adım önde görünüyor. Bu da Biden’ın başarılı çalışmalarının değil, Trump’ın pandemi sürecinde ülkeyi karşı karşıya getirdiği zorlukların bir sonucu.
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu ekonomik ve politik sorunların, izlediği bölgesel politikalar nedeniyle daha da derinleşeceği görünüyor. Biden ile bir uzlaşı sağlanmadığı takdirde, 2021 yılında erken genel seçimlerin gündeme gelmesi pekâlâ mümkündür. ABD’nin bölgesel stratejisinde Türkiye son derece önemli ama iktidarlar geçicidir. Bu nedenle Biden seçildiği takdirde Ankara’nın özellikle bölgesel politikalarının nasıl bir değişikliğe gideceği önem arz ediyor. Mevcut politikalarını hızla değiştirerek uyumlu bir çizgiye mi gelecek yoksa mevcut olanı mı devam ettirecek. Politik denklemin yönünü bu durum belirleyecek. Bu nedenle Ankara’daki iktidarın da gözü kulağı 3 Kasım’daki ABD seçimlerinin sonucunda olacak.