Tolga Şardan: Türkiye’de mafya evrimleşmenin son aşamasında
Suç örgütü lideri olma iddiasıyla tutuklanan Ayhan Bora Kaplan’ın gözaltına alındığını ilk duyuran gazeteci Tolga Şardan, Emniyet kaynaklarının bu operasyonu Süleyman Soylu’ya yönelik bir mesaj olarak gördüğünü söylüyor. Şardan’a göre bu operasyon sadece Soylu’yu siyaseten bitirme amacı taşıyorsa, bir süre sonra eski tabloya dönülür.
Ankara’nın en büyük mafya grubunun başında olan ve eski içişleri bakanı Süleyman Soylu’ya da yakın olduğu söylenen Ayhan Bora Kaplan’ın, 7 Eylül akşamı Esenboğa Havalimanı girişinde gözaltına alınıp tutuklanması kimine göre spesifik bir operasyon, kimine göre Soylu’ya bir mesaj, kimine göreyse palazlanan mafyaya yönelik kapsamlı hamlenin ilk aşaması.
Peki bu olay bize ne anlatıyor? Türkiye nasıl uluslararası mafyanın merkez üssü haline geldi? AKP iktidarı yeni dönemde mafya gruplarına karşı yeni bir politika mı izliyor? Ankara’nın deneyimli gazetecisi, T24 yazarı Tolga Şardan’a kulak veriyoruz…
Ayhan Bora Kaplan operasyonunu büyük bir puzzle’ın parçası olarak değerlendirirsek, büyük tabloda ne görünüyor?
Büyük resmi görmek için mafya ya da organize suç dediğimiz hadisenin geçmişten günümüze nasıl ilerlediğini anlamak gerekiyor. Bir kere organize suçun alanı, dolayısıyla tarifi genişledi. Kabadayılıkla, haraç toplamayla başlayan bu sürecin sonunda, 1990’ların başı itibariyle bu tip organizasyonlar geniş bir alanda görünür hale geldi ve yeraltı dünyası zamanla uluslararası boyut kazandı. Türk mafyası başka ülkelerin mafyasıyla ortak faaliyetler de yürüttü, yürütüyor. Bunun dünyadaki küreselleşmeyle, para akışının hiç olmadığı kadar serbestleşmeye başlamasıyla, daha açık ifadeyle kapitalizmin yeni aşamasıyla da ilgisi var. Yeri gelmişken söyleyeyim; Türkiye’de sosyal bilimlerin, toplum bilimlerin, akademinin bu olguya yeterince eğilmemiş olması ilginç. Oysa yeraltı dünyasının küreselleşmeyle, kapitalizmle, teknolojik gelişmelerle, internetle birlikte nasıl dönüştüğünü incelemek, bu organizasyonların devletlerle, onların yönetimleriyle kurdukları ilişkiyi anlamak açısından da önemli.
Ayhan Bora Kaplan olayına geri dönelim…
Mafya dediğimiz olgu, devlet ve toplum tarafından bırakılan boşlukların doldurulmasıdır.
MAFYA GRUPLARININ ANKARA AYAĞI HİÇBİR ZAMAN EKSİK KALMADI
Ne tür boşluklar mesela?
Kamu idaresinin, siyasi iradenin devlet yönetiminde bıraktığı boşluklar ve kimi zaman da siyasetçilerin bu tür insanlarla beraber yürüttüğü sürecin sonuçlarından bahsediyoruz. Ayhan Bora Kaplan da bence böyle bir sürecin günümüzdeki yansımasıdır. Rant alanı İstanbul ya da onun arka bahçesi olarak şimdilerde çokça gündeme gelen Bodrum, Marmaris, Muğla, Çeşme, İzmir, Antalya, Kocaeli kadar olmasa da, Ankara’daki mafyanın da devlet ve siyasette örgütlenmesi çok fazla. Her ne kadar finans İstanbul’da dönse de, devletin ve siyasetin merkezi, devlet adına nihai kararların alındığı yer Ankara olduğu için yeraltı dünyası burada son derece güçlü.
Peki örneğin İstanbul, İzmir, Kocaeli, Antalya veya Muğla’daki mafya gruplarının, siyasetle ilişki kurmak üzere Ankara’da bir nevi “şubeleri” var mı?
Tabii ki! İstanbul’daki suç örgütlerinin, mafya gruplarının Ankara ayağı hiçbir zaman eksik kalmadı. İstanbul’un geniş bir siyasi ve finans çevresi ile devlet yapılanması var ama sonuçta orası da Ankara’nın “taşrasıdır”. Dolayısıyla oradaki suç gruplarının bazı işlerini yürütebilmek için Ankara’yla mutlaka bir temaslarının olması gerekiyor.
ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTLERİNİN HUKUK ÜZERİNDEN YARATACAKLARI HAREKET ALANLARININ NİHAİ UCU ANKARA’DADIR
Niye?
Çünkü hukukun yönetim merkezi de Ankara’dır. Yüksek yargı; Danıştay, her şeyden önce taşrada kuruluşları olmayan Yargıtay burada. Organize suç örgütlerinin hukuk üzerinden yaratacakları hareket alanlarının nihai ucu Ankara’dadır. Yargıtay, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, polis ve Emniyet üzerindeki etki alanlarının merkezi de burası.
Peki bu organizasyonlar, söz konusu kurumlar içindeki etki alanlarını nasıl yaratıyorlar?
Sadece AKP dönemi için söylemiyorum; Soğuk Savaş döneminden itibaren Türkiye’deki bazı siyasetçilerin, yöneticilerin bu tür suç örgütleriyle bağlantıları oldu. Bu tür insanlar geçmişte olduğu gibi bugün de var, muhtemelen yarın da olacak. Toplumun rahat nefes alabilmesi, bunların marjinalize olması için mücadele etmekle mümkün olur.
1990’ların sonlarına gelindiğinde de Türkiye’de mafya grupları iyice palazlanmış, hatta AKP bu gruplarla mücadele söylemini de kullanarak iktidara gelmişti. 2000’li yılların ilk yarısında bu gruplar daha az görünür hale gelmişti. Peki sonra ne oldu da mafya tekrar palazlanıp Türkiye siyasetinin ana gündemlerinden biri haline geldi?
Daha önce devletler organize suç örgüleriyle yan yana anılmaktan kaçınırken, şimdilerde bazı ülkelerin Bitcoin, altın, platin, kıymetli madenler ve taşlar üzerinden uluslararası suç örgütleriyle işler yürütmeye, bunun olumlu sonuçlarını görünce de bu sürece katkı vermeye başladığını görüyoruz. Türkiye’de de böyle oldu. Bu da 1990’lı yıllarda, hatta 12 Eylül darbesinden hemen sonra başladı. 1970’lerdeki en büyük sıkıntı silah kaçakçılığıyken, yeraltı dünyası da daha ziyade haraç üzerinden faaliyet yürütüyordu. Fakat 1980’lerden itibaren silah kaçakçılığının yerini uyuşturucu kaçakçılığı aldı. 1990’ların sonuna doğru bu süreç de evrimleşmeye başladı ve 2000’lerin başından itibaren laboratuvarlarda üretilen uyuşturucuların, hapların artmasıyla farklı suç grupları da ortaya çıktı. Sonuçta yükte de maliyette de hafif ama pahada ağır bu maddeler üzerinden yeni piyasalar oluştu. Uluslararası suç grupları bu konuda bir pazar paylaşımına da gitti.
ORGANİZE SUÇLA TOPLU BİR MÜCADELEYE 35 YILDIR TANIK OLMADIM
Nasıl yani?
Dünyada üç büyük güzergâh vardı. Güney Amerika- Avrupa, Afganistan-Güneydoğu Anadolu-Avrupa ve yine Afganistan-Karadeniz-Avrupa. Türkiye zaman zaman mücadeleci bir politika benimsedi, kimi zaman mücadeleyi genişletti ama uzun yıllardır bu işi takip eden bir gazeteci olarak söylüyorum: Devletin organize suç örgütleriyle mücadelede dünden bugüne kadar sağlıklı bir politika izlediğini söyleyemem.
Neden?
Uyuşturucuyla, organize suçlarla mücadele her dönemin siyasi iradesine, kişilere, siyasete göre değişegeldi. Türkiye’de organize suç örgütlerinin temayüz ettiği iki coğrafi bölge var. Doğu-Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz. Bunların etkinlik oranı ülke siyasetine göre yer değiştirebiliyor. Karadeniz kökenli siyasetçiler aktif olduğu zaman oradaki mafya daha güçlü oldu. Keza Doğu-Güneydoğu kökenli siyasetçiler etkin olduğunda oradaki organizasyonlar öne çıktı. Buna karşın bu alana bakan bir gazeteci olarak, ülke genelinde bu iki hat üzerindeki organize suçla toplu bir mücadeleye 35 yıldır tanık olmadım.
ULUSLARARASI MAFYA YENİ ÇAĞA EKLEMLENİRKEN, TÜRK MAFYASI DEMODE KALDI
Türkiye’deki mevcut mafya ağı nasıl genişledi, iktidarın bundaki dahli neydi?
Şu anda Türkiye’de mafya evrimleşmenin son aşamasında. Türk mafyası bu aşamadan sonra ya tamamen geriye çekilecek, körelecek ya da çok daha baskın, egemen hale gelecek. Son yirmi yılda uluslararası mafya çok evrimleşti. Dikkat edin, eskisi kadar silah kaçakçılığını, tefeciliği değil, uyuşturucu kaçakçılığını, Bitcoin’i, yasadışı bahis oyunlarını, işlerini internet üzerinden yürüten organize suç örgütlerini görüyoruz. Uluslararası mafya yeni çağa eklemlenirken, Türk mafyası biraz demode kaldı. Bizde kara para kazanan yasal görünümlü iş insanlarından haraç alanlar ve uyuşturucu kaçakçılığı yapanlar hâlâ daha yaygın. Bir de tabii giderek devasa boyutlara ulaşan yasadışı göç, insan kaçakçılığı var.
GÖÇMENLER ÜZERİNDEN KURULAN MAFYA DİĞER SUÇ ALANLARININ ÖNÜNE GEÇECEK
Türkiye mafyası bu sürecin neresinde?
Türk mafyası bunun yerel payını alıyor ama göçün başlayıp bittiği yere kadarki süreçten nemalanan uluslararası mafya da var. Bunun içinde Afganistan, İran, Türkiye, Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, yani göç güzergâhında bulunan tüm ülkelerin mafyaları var. Balkan mafyası burada çok kritik bir yerde duruyor. Göçmenler üzerine kurulan mafya önünüzdeki yirmi yılda uyuşturucu ve diğer suç alanlarının önüne geçecek bir sektör halini almış durumda. Çünkü çok fazla nakit para dönüyor bu işte. Uyuşturucunun gramı 100 dolar ama siz bir göçmenden 15 bin dolar alıyorsunuz. Üstelik de uyuşturucuya göre çok daha az riskli. Göçmeni Ege’de bota bindiriyor, karşı tarafa ulaşırsa ne âlâ, ulaşamaz ve batarsa veya yakalanırsa sadece alacağın parayı alamamış oluyorsun! Tabii peşin almadıysan.
Hatta İran sınırındaki bir şehirde, sınıra ulaşıp da soğuktan veya başka bir nedenden dolayı hayatını kaybetmiş göçmenlerin cenazelerini ailelerine satmak üzere saklayan çetelerin olduğu bile söyleniyor…
Mutlaka vardır. Göçmenlerin gelişini, geçişini organize edenlerden tutun da seyahatlerini ayarlayanlara, ikamet ve barınma durumlarını halledenlere kadar çok geniş bir sektörden, suç organizasyonundan söz ediyoruz. Dünyada 7,5 milyar insan var ve ekonomik koşullardan, iklim krizinden, savaşlardan vs, kaynaklı göçler artarak devam ediyor. Milyonlarca insan sürekli hareket halinde ve daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak için yasadışı yollardan göç ediyor. Uluslararası mafya işte bu insanlık durumundan da nemalanıyor. Türkiye’deki mafyanın ise hâlâ uluslararası mafyaya göre tam evrimleşmediğini, bir tür geçiş dönemi yaşadığını söyleyebiliriz.
MAFYA SIRP, YAŞAM ALANI İSTANBUL, MALZEME KOKAİN VE GÜNEY AMERİKA’DAN HOLLANDA’YA ORADAN BALKANLARA GETİRİYOR
Nasıl yani?
Bugün konuştuğumuz belli-başlı mafya babalarına bakın! Hâlâ 1990’ların mafya grupları, eski yöntemlerle varlıklarını sürdürüyor. Adam kaçırıyor, adam kurşunlatıyor, mekânlara çöküyor, ihale yolsuzlukları yapanlardan haraç topluyor, marina, otel işletiyor vs. Ama bakıyorsunuz Çinli bir suç örgütü gelip İstanbul’da uluslararası bağlantıları olan dolandırıcılık şebekesi kuruyor. Bizdeki eski kuşak mafya bunu yapamadığı gibi, yeni kuşakta da bu işleri anlayan çok adam yok. Rus mafyası geliyor Antalya’da gayrimenkul organizasyonu yapıyor; internet üzerinden parayı getirip götürüyor… Yani bizim mafya çağdışıyken, uluslararası mafya tabiri caizse daha vizyoner! Mesela Sırp mafyası; biliyorsunuz İstanbul’da ortaya çıkarıldı… Mafya Sırp kökenli, yaşam alanı İstanbul, malzeme kokain ve Güney Amerika’dan Hollanda’ya, oradan Balkanlara getiriyor! Organizasyona bakar mısınız!
TÜRKİYE’DE ÖZBEK, RUS, BULGAR, SIRP, GÜRCÜ MAFYASI VE BUNLARIN SİLAHLI GÜCÜ VAR
Peki ama bu uluslararası mafyanın merkezi neden hep Türkiye?
Türkiye’nin gerek ekonomik şartları, gerek ikamet koşulları, kayıt dışılık, takip zorluğu vs, yabancı suç örgütlerinin burada faaliyet yürütmesini kolaylaştırdı. Şu anda Türkiye’deki yasadışı suç organizasyonlarının üçte ikisini uluslararası mafya grupları oluşturuyor. Türkiye’de şu an Özbek, Rus, Bulgar, Sırp, Gürcü mafyası var. Bunların aynı zamanda silahlı gücü de var ve ciddi bir güvenlik sorunu yaratıyor. Sırp mafyası İstanbul-Şişli’de birbiriyle çatışırken herhangi bir sivil hayatını kaybedebiliyor. Bu arada tabii bazı Türk gruplar da uluslararası bağlantıları sayesinde yurtdışında faaliyet göstermeye başladılar. Bunlar daha yeni kuşak mafya grupları. Fakat genel olarak 1970’ler, 80’ler, 90’lar kuşağındaki Türk suç örgütlerinin bıraktığı boşluğu bahsettiğim başka ülkelerin mafyaları doldurdu. Tabii Türkiye’deki ekonomik tablo da bunu perçinledi.
Nasıl?
Mevcut siyasi iktidarın yarattığı bir süreç bu; kayıt dışı para. Hatta buna kayıt dışı değil, kara para demek daha doğru olur.
SADECE İSTANBUL’DA ÜÇ YIL ÖNCESİ İTİBARİYLE SUÇTAN ELDE EDİLEN GELİR YILLIK 12 MİLYAR DOLARDI
Aradaki fark ne?
Kayıt dışı para bazen insanların sağlıklı yollardan elde ettiği ama kayda sokmadığı parayken, kara para ise ise suçtan elde edilen gelirdir. Suçtan elde edilen gelir, maalesef son dönemde Türkiye ekonomisinde önemli bir yer tutmaya başladı.
Ne kadar mesela?
Sedat Peker’in ilk açıklamalarını yaptığı dönemde görüştüğüm Emniyet kaynaklarına göre sadece İstanbul’da üç yıl öncesi itibariyle suçtan elde edilen gelir yıllık 12 milyar dolar civarındaydı. Türkiye’nin ekonomik hacmi düşünüldüğünde bu büyük bir para gibi görünmeyebilir ama suçtan elde edilen gelir olması itibariyle devasa bir rakam. Ayrıca toplumun ne kadarının bu işten gelir elde ettiğini gösteriyor bu. Üstelik sadece İstanbul’dan söz ediyoruz. Ülkenin geneline yaydığımızda durumun vahameti daha iyi anlaşılır.
EMNİYET KAYITLARINA GÖRE OTUZA YAKIN BÜYÜK SUÇ GRUBU VAR
Şu anda Türkiye’de kaç suç örgütü var?
Emniyet kayıtlarına göre bilinen otuza yakın büyük suç grubu var. Ama herhangi bir şehre gittiğinizde, orada da lokal suç grupları görürsünüz.
“Büyük suç grubu” derken kastedilen ne?
Kendilerini hissettiren, ülkenin belli bölgelerinde kontakları olan gruplar. Bunlar sadece bulundukları bölgelerde değil, bağlantılı yapılar üzerinden başka şehirlerde de faaliyet gösteriyor. Bir nevi başka küçük gruplara taşere iş veriyorlar.
BAZI SİYASETÇİLER SEÇİM BÖLGELERİNDE VEYA ÜLKE GENELİNDE GÜÇLERİNİ ORTAYA KOYMAK İÇİN SUÇ GRUPLARINDAN FAYDALANIYOR
Bu ağların politik izdüşümleri neler?
Sadece AKP dönemi için söylemiyorum; siyaset, birtakım ekonomik sıkıntılara karşı belli dönemlerde nefes almayı sağlamak üzere bunlardan yararlanmaya gidiyor. Aynı zamanda bazı siyasetçilerin gerek seçim bölgelerinde, gerekse ülke genelinde kendi güçlerini ortaya koymak için bu tür suç gruplarından faydalandıklarını görüyoruz. Sadece siyasette değil, maalesef bizim sanat dünyamızda, spor dünyamızda da var aynı şey. Ayhan Bora Kaplan suç örgütü lideri iddiasıyla tutuklandı. Şimdi bu adamın oğlunun sünnet düğününe gelen sanatçılara bakalım. Bu insanlar neyin karşılığında gelip böyle bir ortamda sanatlarını icra ediyorlar?
Neyin karşılığında?
Bu insanların o düğünden elde edecekleri paraya ihtiyaçları yok. Ama bu tür yapılarla bağlantı kurarak, farklı gruplardan gelecek tehditlere karşı zırh oluşturmak ve aynı zamanda kendi çevrelerinde bir otorite kurmak istiyorlar.
Siyasetçiler?
Siyasetçiler arkalarında kitleler olduğu müddetçe varlar. Bu iş de belli bir paraya dayanıyor. Belki seçim dönemlerinde partiler siyasetçilerine destek veriyor ama onun dışındaki dönemlerde, dört-beş yıl boyunca siyasetçi, seçmenini sırtında taşımak zorunda. Eğer kendisinin bunu yapacak ekonomik kaynağı yoksa, bu suç gruplarından destek alıyor.
Nasıl alıyor?
İhale bağlıyor, bu gruplara katkı sağlıyor. Bazen de bu gruplar üzerinde siyasetçiler korku salıyor. Taşrada insanlar böyle şeylerden ürker ve bağlılık göstermek zorunda kalır. Az önce bahsettiğim Karadeniz ve Güneydoğu mafyasıyla iş yapan politikacılar, yereldeki rakiplerine karşı da bir zırh oluşturuyor.
SÜLEYMAN SOYLU’NUN SUÇ ORGANİZASYONLARININ ÖNÜNÜN AÇILMASI İÇİN İKTİDAR TARAFINDAN SAHNEYE KONDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM
Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı döneminde palazlandığı söylenen Ayhan Bora Kaplan’a yönelik operasyonun amacı, hedefi nedir sizce?
Bir kere Süleyman Soylu’nun suç organizasyonlarının önünün açılması için siyasi iktidar tarafından sahneye konduğunu düşünmüyorum. Ama Süleyman Bey’in göreve geldikten sonra, tam tersi bir performansı tamamen kendi iradesiyle yaptığını düşünüyorum. Yani iktidarın, “biz seni içişleri bakanı yaptık, git şu mafyanın önünü aç, şununla da mücadele et” gibi görev verdiğini düşünmüyorum. Ortadaki şey, bir fırsatın değerlendirilmesidir. Soylu’nun önünde iki yol vardı. Bu yollardan biri söz konusu gruplarla tamamen mücadele etmekti, diğer yol ise bazılarıyla bağlantı kurup önlerini açmaktı. Ama Soylu’nun bir taraftan mücadele ediyor gibi görünüp diğer taraftan farklı yaklaşımlar içinde olduğunu gördük. Bunun en somut yansıması, başkalarının da bulunduğu bir toplantıda Soylu ile İstanbul Emniyet Müdürü arasında geçen diyalogdu.
Neydi o diyalog?
Sarallar grubuna bilgi sızması konusundan bahsediyorum. Soylu “benim niye haberim yok” deyince, İstanbul Emniyet Müdürü mealen “size verdiğimiz bilgiler sızıyor” diyor. Bunu da ilk ben yazdım ama ne Soylu’dan ne de muhataplarından bir açıklama geldi. Bu çok ciddi bir olaydır. Demek ki Emniyet de bu organizasyonlara karşı mücadele yürütürken bir endişe duyuyor ve belli bilgileri içişleri bakanıyla paylaşmıyor. O bakan Soylu değil de başka biri olsaydı, belki de paylaşılırdı.
SEDAT ŞAHİN, SOYLU’YA SARALLAR GRUBUNA YAKINLIK GÖSTERDİĞİ İÇİN RAHATSIZLIĞINI BİLDİRMİŞTİ
Soylu ne yapmaya çalışıyordu?
Bence kendisine dolaylı yakınlığı olanlara yol vermeye çalıştı. Bakın, geçtiğimiz günlerde arkasında soru işaretleri olan bir tahliye gerçekleşti ve Soylu’nun yakınlık gösterdiği söylenen Sarallar grubuyla rekabet içindeki Sedat Şahin serbest bırakıldı. Hepsi de Karadeniz bölgesinin insanları. Medyaya yansımış bir bilgi değil ama Soylu’nun Sarallardan yana yaklaşım göstermesinden rahatsız olan Sedat Şahin daha önce bu rahatsızlığını aracılar yoluyla Soylu’ya bildirmişti.
Peki Emniyet bu süreçte nasıl bir rol aldı?
Görünürde mücadele yapıldı. Çok sık “kökünü kurutma operasyonları” adı altında İçişleri Bakanlığı’nın Emniyet Narkotik Dairesi’yle belli illerde torbacılara karşı yaptığı çalışmalar oldu. Fakat bu operasyonlar beklendiği gibi nihayetlenmedi. Aksi halde, yani saha temizlenmiş olsaydı şimdilerde büyük operasyonlara gerek duyulmazdı.
ŞİMDİKİ SİSTEMDE İÇİŞLERİ BAKANI FİİLEN BAŞBAKANDIR VE SOYLU BU GÜCÜN BİR BÖLÜMÜNÜ KENDİSİ İÇİN KULLANDI
Eğer söylediğiniz gibi Soylu belli gruplara kendi inisiyatifiyle göz yumduysa, iktidar neden bu sürece müdahale etmedi?
Süleyman Soylu’nun bugün geldiği noktadaki esas etken siyasi tabloydu. Sonuçta AKP’nin MHP’yle ortaklığı var ve Erdoğan birkaç defa Soylu’yu görevden almak için girişimlerde bulunduğu halde, MHP’nin, özel olarak da Bahçeli’nin tutumu dolayısıyla bunu gerçekleştiremedi. Soylu herhangi bir kabine üyesi gibi hareket etmedi. Bakın, İçişleri Bakanlığı herhangi bir bakanlık değil. Bir kere kamu güvenliğini doğrudan ilgilendiren üç büyük üniformalı teşkilata, yani Polis, Jandarma ve Sahil Güvenlik’e hükmeder. Bu da hiyerarşik olarak örgütlenmiş, helikopterden İHA’lara, SİHA’lara kadar ciddi bir silahlı güce sahip yaklaşık 800 bin personel demektir. Ayrıca ülkenin yabancılara ilişkin politikalarını üreten Göç İdaresi gibi devasa bütçeli bir kurum da bu bünyenin içinde. Diğer kamu kurumlarına göre çok daha güçlü, ihaleleri kendisi yapabilecek düzeyde geniş bütçeye sahip AFAD gibi bir kurum da İçişleri Bakanlığı’nın bünyesinde. Jandarma istihbaratı, Emniyet istihbaratı da burada. Sivil kuvvetlerle de 81 il ve 920 civarındaki ilçeyi tek telefonla yönetebiliyorsunuz. Sırf bu bile başlı başına büyük bir güçtür. İddialı bir söz olacak ama şimdiki sistemde İçişleri Bakanı aslında fiili başbakandır. Soylu’nun elindeki bu devasa gücün bir bölümünü kendisi için kullandığını düşünüyorum.
ERDOĞAN, SOYLU’NUN AKP’Lİ SİYASETÇİLERİ İZLEMESİNDEN RAHATSIZDI
AKP ve Erdoğan da böyle mi düşünüyordu?
Bizzat Erdoğan’ın da Soylu’nun İçişleri Bakanlığı’nın faaliyetlerinin dışındaki çalışmalardan rahatsız olduğunu biliyorum. Nedir o faaliyetler; AKP’li siyasetçilerin takip edilmesi, faaliyetlerin izlenmesi… Emin olun AKP içinde Soylu’dan rahatsız olan siyasetçi, muhalefetteki siyasetçi sayısından daha fazlaydı.
Yani Soylu AKP’lileri de mi izliyordu?
Tabii ki! Bunun değişik merhalelerde Erdoğan’a da iletildiğini biliyorum.
AYNI SUÇTA ORTAK OLMAYABİLİRLER AMA HERKES BİRBİRİNİN HANDİKAPLARINI BİLİYOR
Peki birileri de Soylu’yu izliyor muydu?
Birebir izleniyor muydu, bilemem ama 15 Temmuz buhranından sonraki “normalleşme” döneminde başka faaliyet alanları ortaya çıktı ve Soylu bunu kendi lehine çevirmeye çalıştı. Ama sonuçta İçişleri Bakanı’nın başka aktiviteleri olduğunda, bunu izleyecek başka kurumlar da var. Mesela MİT. Bir süreçle alakalı cumhurbaşkanına İçişleri Bakanı’ndan da bilgi gelir, MİT’ten de, gerekirse askerden de. Fakat handikap sadece Soylu’nun değil. AKP’nin de özellikle finans, parasal hadiseler, ihaleler konusuda yürüttüğü sıkıntılı süreçler var. Dolayısıyla gerektiğinde herkes birbirine karşı kartlarını ortaya koyuyor. Aynı suçta ortak olmayabilirler ama herkes birbirinin handikaplarını biliyor. Berat Albayrak’la Soylu arasında yaşanan gerilimi herkes biliyor. Bu gerilimde cumhurbaşkanı istese de, istemese de Soylu’dan yana tavır koydu. Oysa Erdoğan pekâlâ “Berat Bey’i de aldım, Süleyman Bey’i de” diyerek dengelemeye çalışabilirdi. Ama hayır, “Süleyman Bey kalsın” dedi. Keza Adalet Bakanlığı döneminde Abdulhamit Gül ile Soylu arasındaki gerilimi hatırlayın.
O gerilimin kaynağı neydi?
Daha kurumsal bir gerilim söz konusuydu. Bizim ülkede adli kolluk hukukun emrindedir. Yani adli kolluk olarak hukukun dışında hareket edemez. Ama orada siyasi ve kurumsal gerilim yaşanınca Abdulhamit Gül “affımı istiyorum” dedi; o krizde de MHP’nin devreye girmesiyle Soylu kaldı. Bence Cumhurbaşkanı bu süreçte makul bir yöntem izleyerek seçimleri bekledi ve zaten iki kişi dışında kabinenin tamamını değiştirdi.
EMNİYET KAYNAKLARI AYHAN BORA KAPLAN OPERASYONUNU SOYLU’YA BİR MESAJ OLARAK DEĞERLENDİRİYOR
Seçimden sonra Ayhan Bora Kaplan ve ekibine yapılan operasyonu bu açıdan Soylu’ya karşı yeni bir hamle olarak okumak mümkün mü?
Emniyet kaynakları bunu tamamen Soylu’ya verilen bir mesaj olarak değerlendiriyor. Ayhan Bora Kaplan operasyonu, Soylu’nun hareket alanını daraltan bir soruşturma. Ayrıca aynı zamanda Emniyet’te Soylu ekibinin tasfiye edilmesi ve onların yerine yeni bürokratların getirilmesi söz konusu. “Soylu ekibi” dendiğinde, suçla mücadele politikasının belirlenmesi, planlanması, yürütülmesi konusunda karar alma mekanizmalarında bulunan insanları kastediyoruz.
Ayhan Bora Kaplan soruşturması neden Soylu’nun hareket alanını daraltıyor?
Ayhan Bora Kaplan 2012 yılından itibaren piyasaya çıktı ama esas olarak 2014-15’te güçlenmeye, 15 Temmuz’dan sonra da doğrudan Soylu’nun çalışma ekibiyle bağlantı kurup Ankara’da tek başına kalarak palazlandı. İstanbul merkezli Sarallar grubunun da Soylu’nun yakın çevresiyle irtibatlı olduğunu biliyoruz. Ayhan Bora Kaplan’a yapılan operasyonun diğer alanlara yayılacağına dair ufak ufak sinyaller de almaya başladık. Mesela göçmen kaçakçılarından ziyade organizatörlere operasyonlar yapılmaya başlandı. Ayhan Bora Kaplan operasyonunda ise farklı bir yöntem uygulandı. Yani alt kademeyi temizlemek yerine doğrudan tepedeki adamı aldılar ki, bu çok önemli bir mesajdır. Fakat bu hadise burada kalırsa, boşalan alanları yenileri doldurur.
YARGI VE POLİSİN YOL VERMEDİĞİ HİÇBİR YAPI BU MEMLEKETTE NEFES ALAMAZ
Türkiye’nin ekonomik krizin zorlamasıyla rotayı tekrar batıya çevirdiği, ekonominin başına Mehmet Şimşek’in getirilmesinin bunu gösterdiği söyleniyor. Dolayısıyla böylesi bir politika değişikliğinin kara paradan, uyuşturucudan, diğer suçlardan beslenen grupların topyekün tasfiyesini gerektirdiği tezine katılıyor musunuz?
Bunu zaman gösterecek. Ama mesela Adalet Bakanı açıkladı; Türkiye’yi gri listeden çıkarmak için Cumhuriyet Başsavcılıkları bünyesinde kara para aklamayla mücadele için özel büro kurularak savcılar görevlendirilecek. Bu önemli bir hamle. Ama aslolan siyasi idarenin bir irade gösterip göstermeyeceği. Avrupa Birliği’yle yeniden bir iletişim kurulacaksa bu alanda bazı tedbirleri almak gerekir. ABD ve Avrupa dâhil dünyanın hiçbir ülkesinde yasadışı suç örgütlerini, buradan elde edilen geliri tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil. Ama devletler istikrarlı mücadeleyle bunları marjinalize edebilir, kontrol altında tutabilir. Yargı ve polisin yol vermediği hiçbir yapı bu memlekette nefes alamaz.
AYHAN BORA KAPLAN OPERASYONU SADECE SOYLU’YU SİYASETEN BİTİRME AMAÇLIYSA, BİR SÜRE SONRA ESKİ TABLOYA DÖNERİZ
Son yıllarda mafya gruplarının bir tür güç sarhoşluğu içinde olduğunu sırf sosyal medya paylaşımlarından bile görebiliyorduk. Ayhan Bora Kaplan operasyonunun bu gruplar ve yargıda, emniyette, siyasette onlarla bağlantılı kişilerde ciddi bir kaygı yarattığını düşünüyor musunuz?
Elbette etkisi oldu, olacak. Türkiye’deki yeraltı dünyasının temel aktörlerine baktığımızda, Ayhan Bora çok büyük bir yer tutmuyor. Evet ciddi bir serveti, siyaset, emniyet, polis, yargı ayağında ciddi bağlantıları var ve ona yönelik operasyon diğer gruplarda bir silkinmeye neden olur. Sonuçta Ayhan Bora Kaplan operasyonuna karar veren “yukarısıdır”. Yani cumhurbaşkanı bu işe “okey” vermese, bu olmazdı. Ama bu operasyon sadece Soylu’yu siyaseten bitirme amaçlıysa, bir süre sonra eski tabloya döneriz. Şimdiki İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’yı güzellemek gibi bir derdim yok ama dört yıl İstanbul’da görev yaparken ismi hiç parayla, akçeli işlerle anılmadı. Olsa, kokusu çıkardı. Şu anda İçişleri Bakanlığı yavaş yavaş gerçek dinamiklerine dönmeye başladı. Soylu zamanında ise işlerin çok da hukukla bağdaştığını söyleyemeyiz. Ama şu anda İçişleri Bakanlığı, göreve iade konusunda mahkeme kararı almış pek çok personeli göreve almaya başladı.
“FETÖ’cü” diye ihraç edilmiş olanlar mı bunlar?
FÖTÖ’cü diye veya başka gerekçelerle ihraç edilmiş olanlar da, FETÖ’yle veya başka bir şeyle iltisaklandırılamayan ama Soylu tarafından ayak bağı olarak görüldüğü veya Soylu’nun bazı politikalarına ayak direttiği için emekliye ayrılmış üst düzey bürokratlar da var. Bunlar mahkemeye gittiler, lehlerinde kararlar çıktı ama Soylu döneminde bu mahkeme kararları uygulanmadı. Kanunu uygulamamak suçtur ama uygulanmadı. Şimdi ise mahkeme kararları uygulanmaya başlandı.
ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE OPERASYONLARIN ARTTIĞI, HAREKETLİ BİR DÖNEM DE YAŞAYABİLİRİZ AMA “ADAM MESAJI ALDI” DENİLEREK BU SÜRECE NOKTA DA KONABİLİR
Sizce Soylu kişisel kariyerinin sonlarını mı yaşıyor?
Yoo, siyaset her dakika değişiyor. Tüm bu olanları sadece bir mesaj olarak değerlendiriyorum. Ama önemli bir mesaj tabii. Önümüzdeki günlerde operasyonların arttığı, hareketli bir dönem de yaşayabiliriz ama “tamam, bu adam mesajı aldı” denilerek bu sürece nokta da konulabilir.
Türkiye’de gazetecilik yapmanın en zor olduğu dönemlerden birini yaşıyoruz. Siz bu süreçte içişleri bakanını, çeşitli suç örgütlerini ilgilendiren haberler yaparken ne tür sorunlar yaşıyorsunuz?
Ben mektepli değil, alaylı bir gazeteciyim ve kimseden saklamadığım bir dünya görüşüm de var. Mesleğimin her aşamasında zor bir teşkilat üzerine çalıştım. İçişleri Bakanlığı, faaliyetlerinin yüzde 80’i gizli yürütülmesi gereken bir organdır. Dolayısıyla benimki örneğin ekonomi alanında çalışan meslektaşlarımınki kadar rahat bir alan değil. Yargıda çalışan arkadaşlarımız gibi, bizimki de hep bıçak sırtı bir alan oldu. Ama işinizi düzgün yaparak bu zorlukların üstesinden gelebiliyorsunuz. Haber kaynaklarından gelen belgeleri, bilgileri etraflıca tartıp kamu yararına olanlarını kullanmak da, sizi belli bir algı yaratmak üzere manipüle etmek isteyenlere karşı dikkatli olmak da çok önemli. 35 yıldır aynı alanda gazetecilik yaparken bana öğretilen ve benim öğrendiğim şey, gazeteciliğin bir mesafe mesleği olduğudur. Mektepli olmadığım için her şeyi deneyimleyerek öğrendim ve elbette kimi zaman hata da yaptım. Mesleğe ilk başladığımda resmi yazışmalar çok önemliydi ve neredeyse tartışılmazdı. Ama şu anki teknoloji sayısında resmi görünümlü sayısız sahte evrak üretilebiliyor. Gazetecilik işte tüm bunların üstesinden de gelmenizi, kaynağın da kaynağını araştırmanızı gerektiriyor.