Suriye tam bir dağılma ve çökme sürecine girdi. İç savaş boyunca başarılamayan devletin ve iktidarın çökmesi şimdi gerçekleşiyor. Türkiye başından beri Suriye’yi çökertmek ve kanlı bir iç savaşa sürüklemede baş rolü oynadı. Bu işe öncülük etti. DAİŞ, El Nusra dahil bütün güçlerle ittifaklar yaptı ve sınırlarını bunlara açtı. Hem yayılmacı emelleri vardı hem de Kürtlerin olası fırsatlardan yararlanmasının önünü kesmek istedi. Bu politikalar ağır bir yıkım ve can kaybı, milyonların yerinden olmasına yol açtı.
Astana süreci dahil Türkiye “Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğünden yanayız’’ diye diye Suriye’yi yıkmanın ve bölmenin ağlarını ördü. Suriye’nin birliğinden ve egemenliğinden yana olanlar SMO ve “Suriye Geçici Hükümeti” gibi ayrı örgütlemelere gitmez. On binlerce silahlı gücü etrafında toplamaz ve Suriye’nin topraklarını işgal etmez. Türkiye hem önemli bir bölgeyi işgal etti hem de elindeki silahlı çeteleri eğitip donattı.
Erdoğan NATO üyesi olmanın olanaklarını sonuna kadar kullandı. Bir yandan Rusya’ya bir yandan da NATO’ya dayanmaya çalıştı. Yerel de DAİŞ, El Nusra gibi güçlerle ortaklaştı ve bunların artıkları olan çeteleri etrafına topladı. Hiçbir yasa ve ahlaki kural tanımadı. Efrînli Kürtlerin başına getirilenler bunun en iyi örneğidir. Bu çeteleri halkın üzerine saldı. Yapmadıkları kötülük kalmadı. Ve bu Kürtlere karşı bir çizgi haline getirildi. İşgalin olduğu ve bu çetelerin bulunduğu yerlerde Kürtler yaşayamaz ve barınamaz hale geldi. Halkın mal varlığına ve topraklarına el kondu, dışarıdan getirilenler ve çeteler bunlara kondu.
Bunun son örneği de Tıl Rıfat ve Şehba’da yaşandı. El Nusra ve diğer güçlerle koordineli biçimde Suriye ordusuna saldırıldı. Ordunun çekildiği Halep gibi yerlere bu güçler girdi. Ama Türkiye’ye birebir bağlı olan çeteler ise yönünü Kürtlerin barındığı Şehba ve Tıl Rıfat’a çevirdi. Bu bölgeler kuşatıldı ve ağır çatışmalar yaşandı. Halkın katliamlardan korunması için geri çekilme kararı alındı. Sadece askeri güçler çekilmedi, halk da bir bütün olarak oradan çıktı. Tekrar görüldü ve kanıtlandı ki, Türk işgalinin olduğu ve çetelerin öne sürüldüğü yerlerde Kürtlere yaşam hakkı tanınmıyor.
Türk devleti ve çeteleri şimdi El Nusra’ya “Kürtler Halep’te de yaşamayacak, bulunmayacak” diye baskı yapıyor. Halep’te Kürtlerin mahallelerinde yüz binlerce Kürt barınıyor. Buraya yüz yıllardır yerleşmişler. Artık o şehrin ana dokusunu oluşturan bir kültürün ve yaşamın parçası olmuşlar. Türk devletinin ve çetelerinin dayatmaları ve oraların da kuşatmaya alınması nedeniyle yüz binlerin hayatı tehlike altında.
Bu saldırıların yılların hazırlığına ve Türk devletinin örgütleme ve koordinesine dayandığı artık biliniyor. Gizlenecek tarafı kalmadı. Türk resmi çevreleri de “Tıl Rıfat ve Minbic bize bırakılacaktı ama bu yapılmadı’’ diyorlar. Astana’da ve diğer görüşmelerde Suriye’yi nasıl pazarlık konusu yaptıklarını ve özerk yönetimi ortadan kaldırmak için dayatmalarda bulunduklarını kendileri itiraf ediyorlar. “Yükümlülüklerimize uyduk, onlar uymadı’’ diye İran ve Rusya’yı suçluyorlar. Halbuki yükümlülükleri içinde İdlib’deki güçlerin silahsızlandırılması vardı. Türkiye bunun tersini yaptı, onları daha fazla silahlandırdı, donattı ve eğitti.
AKP-MHP faşizmi “İsrail bize saldıracak, Türkiye tehlikede, haritalar değişecek’’ diye kendi toplumunu korkutarak, bilinç bulanıklığı yaratarak gündem oluşturmaya çalıştı. Sonuçta İsrail ve ABD stratejisine uygun olarak Suriye’nin çökmesine ve bölünmesine en aktif katılan yönetim oldu. İsrail açıktan Ortadoğu’da sınırlar değişecek demişti. Türkiye bu oyuna katılan en öndeki güç oldu. Suriye’nin geleceği bir bütün olarak tehlikede. Kimse tam olarak nasıl olacağını kestiremiyor. Birçok görüş ve değerlendirme yapılıyor. Tahminler yapılabilir ama bu kararı alanlar ve koordine edenler dümenin başında. Büyük oranda hedeflerinden sapmadan yürümeye devam edecekler.
Türkiye şimdi Minbic’de yoğunlaşıyor. Burayı alırsa özerk yönetimin yaşam damarlarını önemli oranda keseceğini hesaplıyor. Devlet adına konuşanlar “Minbic su ve enerji kaynaklarına sahip ve önemli bir ticari merkez’’ diyorlar. Burası da alınırsa esasında Kürtler Fırat’ın batısında temizlenmiş olacak. Aslında Şark Islahat Programı’nda da öncelikle Kürtlerin Fırat’ın batısında Türkleştirilmeleri kararlaştırılmıştı. Bunun sınır dışında uygulanması ise bir bütün olarak Kürtlerden arınma biçiminde uygulanıyor.
Türkiye, Özerk Yönetimi ortadan kaldırmadan durmaz. Herkesin bu gerçeği bilerek hareket etmesi gerekir. Algı operasyonlarını ve kafa karıştırma oyunlarını bir tarafa bırakmak gerek. “Kürt-Türk kardeştir” laflarının pratik karşıtlığı dünyayı Kürtsüzleştirmektir! Kardeşlik diyenler halkın seçtiği belediyelere el koyar mı, sınırsız Kürt düşmanlığı yapar mı?
Dünya da şunu bilmeli ki, DAİŞ’e karşı verilen savaş ve eldeki kazanımların tümü berhava oluyor. Türkiye ve El Nusra hapishanelerin kapılarını açıyor, DAİŞ’liler dışarı salınıyor. Rejimin bıraktığı boşluğu birçok bölgede DAİŞ dolduruyor. DAİŞ yeniden sahneye sürülüyor.
ZEKİ AKIL / Politika