
Belediyeyi kazanmak önemli savunmak ise daha önemli!..
Yerel seçimlere az kaldı. HDP var gücüyle bu seçimlere hazırlanıyor. Diktatörlük koşullarında Yerel Yönetimlerden kayyımları silip süpürmek ve daha çok belediyeyi kazanmak HDP’nin hedefi. Bu konuda birkaç kişisel düşünce dile getireceğim.
Diktatörlük öncesinde Yerel Yönetimlerin kazanılması “demokratik özerkliği” inşa etmenin yollarından biriydi. Nisbi de olsa parlamenter demokrasi ve çözüm süreci koşullarında bu gerçekçi bir ihtimaldi. Ne ölçüde bu imkandan yararlandığı ayrı bir tartışma konusu. Şimdi soru, diktatörlük koşullarında yerel yönetimleri kazanmanın ne anlama geldiği.
Peşinen ifade etmeliyim ki, faşist diktatörlük koşullarında yerel yönetimlerin kazanılmasıyla Kürdistan’da demokratik özerkliği inşa etmenin hiçbir olanağı yok. Çünkü böyle bir inşanın karşısında devletin yıkıcı gücü durmakta. O halde yerel yönetimlerden kayyımları kovmanın ve daha fazla belediyeyi kazanmanın önemi ve anlamı nerede yatıyor?
Birincisi, sonunda elde edilen belediyeler faşist rejim tarafından yeniden kayyımlarla geri alınacak olsa bile, bu belediyeleri kazanmak, kendi başına Kürdistan’da faşist rejime ağır bir darbe indirecek. “Seçimli faşizmin” üstündeki seçim perdesi kalkacak, seçimlerin yalnızca göstermelik olduğu, Kürt halk iradesinin hiçe sayıldığı bu defa hiçbir bahaneyle karartılamayacak. Bu defa sokaklarda “hendek” yok, tersine her sokak başında karakol var.
İkincisi, AKP-MHP rejimi seçimin hemen ertesi günü, yukarıda anlatıldığı gibi, deşifre olmamak için saldırıya geçemez. Belediyelere aynı gün el koyamaz. Demek ki, HDP belediyeleri kazandığı günden, devletin saldırıya geçeceği güne kadar, hayati değerde bir zaman kazanacak.
İşte mesele, kazanılan bu zamanda ne yapılacağında.
Ne yapılacak? Kayyımlardan daha iyi “parklar” mı? “Çok dilli belediyecilik” uygulamaları mı? Kısaca “hizmet” mi?
Yapılmasın demiyorum da, yapılamaz. Belediyelerin bütçesine daha seçim yapılmadan Erdoğan tarafından el kondu bile. Devlet Kürdistan’da Kürt halkına belediyeler vasıtasıyla hizmeti önleyecektir.
Faşizm koşullarında belediyelerin yeniden kazanılması, halkın Kürdistan’daki faşist zorbalığı geriletmesi için bir “mücadele mevzisi” elde etmek anlamına geliyor. Buradan hareketle benim önerilerim şöyle:
Belediye Eşbaşkan adaylarını belirlerken, bunu halka sormanın yanında, kriter “Belediyecilik yeteneği” değil, halkı örgütleme, harekete geçirme yeteneği olmalı. Bu adaylar ünlü şahsiyetler ya da “kariyer sahipleri” arasından değil, mücadele sürecinde halk eylemlerinin örgütlenmesinde öne çıkmış olanlar arasından seçilmeli. “Belediyecilik ya da parlamenterlik deneyimine” değil, mücadele deneyimine bakılmalı. “Yaşlı ve oturaklı” olmak değil, genç olmak, gözünü budaktan sakınmamak esas alınmalı. Ve bu adaylar lüks sitelerde yaşayanlar arasından değil, yıkılmış şehirlerin kulübelerinde yaşayan yoksul insanlar arasından seçilmeli. Bu adaylar “asgari ücret” dışında hiçbir ayrıcalıktan yararlanmayacaklarını, nerede oturuyorlarsa orada oturmaya, ne giyiyorlarsa onları giymeye devam edeceklerini açıklamalı.
Bu nitelikteki adaylar, seçim kampanyasının ilk gününde “size hiçbir hizmet vaat etmiyorum, bize Belediyecilik yaptırmayacaklar; belediyelerin etrafında örgütlenerek, devletten hiçbir şey beklemeden, onun baskılarına rağmen, ne yapılacaksa siz yapacaksınız, baskıları göğüslemeye hazır olun, ben koltukta oturmayacağım, sizinle birlikte olacağım” demeli. Seçmeni bu ruhla seçimlere hazırlamalı.
Seçmenler, özellikle genç kadın ve erkek seçmenler ise, “Belediyelerin ne yapması gerektiğini değil, kendilerinin neler yapabileceklerini” tartışmalı. Örneğin, taşeron firmalara ihale vermek yerine “bir lokma, bir hırka” karşılığında belediye hizmetlerini yapmaya hazır olduklarını ilan etmeli. Kürdistan gençliği kendi şehrinin işlerini kendisi ücretsiz yapacak bir gönüllü emek ordusu biçiminde örgütlenmeli. Yolları, parkları, şehrin temizliğini, kanalizasyonlarını yapmak üzere hazırlığa başlamalı. Akranlarının dağlarda, Suriye çöllerinde ölüm pahasına yaptıkları fedakarlığa layık olmak için, en azından bir yıllık, iki yıllık devreler halinde şehirlerin gençleri de fedakarlığa hazır olmalı. Bu emek ordusu aynı zamanda bir “imece” ordusu olmalı. Halkın her türlü yardımına, musluk tamirinden, çatı aktarımına, inşaattan, ürün hasadına kadar, çocuk yuvalarında ücretsiz bakıcılıktan, yaşlıların bakımına kadar herkesin yardımına koşmalı. Meslekli, mesleksiz, nitelikli niteliksiz Kürdistan işgücü ordusu „Belediye biziz“ demeye hazırlanmalı.
Belediyeler kazandıktan sonar savunmak bu ve benzeri bir hamleyle mümkün diye düşünüyorum.