Aktüel Yorum

ABD’de Biden dönemi ve gelecek senaryoları

ABD’de yapılan seçimler sadece ülkenin iç kamuoyunda değil aynı zamanda uluslararası alanda da dikkatle izleniyor. Trump ya da Biden’ın kazanması ABD’nin özellikle küresel ve bölgesel çaptaki stratejileri bakımından niteliksel bir değişim yaratmasa da başkanların bazı politikaları etkileme kapasitesi ve uygulama yöntemi uluslararası ilişkiler açısından önem kazanıyor. Aynı şekilde ABD iç politikasında koronavirüs, işsizlik, ekonomik sorunlar, sağlık gibi çok sayıda devasa boyutta çözüm bekleyen sorun bulunuyor. Bu nedenle Biden hem içte hem de uluslararası alanda çözüm bekleyen sorunlarla uğraşacak.

ABD seçimleri hangi koşullarda yapıldı

ABD seçimleri uluslararası alanda değilse de içte olağan üstü koşullarda gerçekleşti. Koronavirüs pandemisinin ABD’deki sarsıcı etkileri çok ağır oldu ve bu etki devam ediyor. Dünyanın en büyük ekonomisine sahip olarak küresel kapitalist sistemin merkezi ve teknolojide en gelişmiş ülke olmasına rağmen koronavirüs pandemisinin merkez üssü olmaya devam ediyor. Şu ana kadar 10 milyonu aşkın vaka tespit edildi ve yaklaşık 245 bin kişi yaşamını yitirdi. Genellikle yoksulluğun yoğun olduğu ve göçmen kökenlilerin ağırlıkta yaşadığı bölgelerde ölüm oranlarının daha fazla olduğu görüldü. İşsizlik en yüksek oranına ulaştı ve bu dönemde derinleşen ekonomik kriz ABD toplumunu derinden etkiledi. Özellikle Trump’ın izlediği politikalar nedeniyle iç kutuplaşma çok daha belirgin olarak hissedildi. Siyahların ağırlıklı yaşadığı yerlerde polis saldırıları arttı ve ölümler yaşandı. Polis saldırılarına ve artan ırkçılığa karşı ülke genelinde protestolar yapıldı. Trump, toplumdaki kutuplaşmayı teşvik ederek, ırkçı örgütlerin gerçekleştirdiği bir kısım saldırıları kınamak yerine “Benim akıllı çocuklarım, geri çekilin ve beni bekleyin” gibi açıklamalarla desteklediğini duyurdu.

ABD’de seçim sistemi ve sorunları

ABD seçim sonuçlarının uzun süre belirsiz kalması esasen seçim sisteminden kaynaklanıyor. ABD’de Başkan doğrudan halkoyu ile seçilmiyor. Halk önce delegeleri seçiyor. Delegeler de başkanı seçmiş oluyor. 538 delegeden 270’ini kazanan başkan oluyor. Eğer 269-269 eşit delege sayısı olursa bu kez Temsilciler Meclisi yani Kongre, Başkan’ın kim olacağını belirliyor. Tabii, delegeler partilerine bağımlı değil, çok nadir de olsa seçiciler kurulunda oyunu değiştirebiliyor. Clinton-Trump seçim yarışının ardından, Demokrat Parti’den seçilmiş 5 delege Trump yönünde oy kullanmıştı ancak bu da sonucu etkileyen bir durum değildi.

Oy kullanma tercihleri eyaletlere göre farklılık gösteriyor. Bazı eyaletlerde posta yoluyla oy kullanmak mümkün, bazılarında ise yasak. Bazı eyaletlerde seçimden birkaç gün sonra da oy kullanılabiliyor. Erken oy kullanma işlemi hemen her eyalette yasal olarak bir hak. Aynı şekilde hem senato hem de kongre üyelerinin yenilmesi için yapılan seçimlerin aynı zamanda olması oy sayımını nispeten güçleştiriyor. Delege sistemi, ABD’nin kuruluş sürecinde, bugün eyaletler olarak bilinen bağımsız devletlerin nüfus yoğunluğuna göre kendilerini temsil etme hakkı tanınmasıyla açığa çıkmış. Eyaletlerdeki nüfus oranları değiştikçe delege yapısı da değişmeye başladı. Örneğin en çok delegeye sahip olan bölgeler olarak Kaliforniya, Texas, New York, Florida olarak ön plana çıkıyor.

Eyaletler arasında artan ekonomik-sosyal farklılaşma, nüfusun giderek belirli bölgelerde yoğunlaşması bugünkü seçim sisteminin yetersiz kaldığını gösterdi ve bu nedenle ciddi tartışmalara yol açtı. Önümüzdeki süreçte başkanın doğrudan halk tarafından seçilmesi ve eyaletlerdeki seçim sistemlerinin aynılaştırılması gibi birçok düzenlemenin yapılması gündeme gelecek gibi görünüyor. Örneğin 3 Kasım 2016 seçimlerinde Hillary Clinton, rakibi Trmup’tan yaklaşık 3,5 milyon oy fazla almış olmasına rağmen delegelerin çoğunluğunu Trump aldığı için başkan olamadı. Aynı şekilde 3 Kasım 2020 seçimlerinde Biden, Trump’tan çok daha fazla oy almış olmasına rağmen dört gün süren bir oy sayımından sonra başkan seçilebildi.

ABD seçimlerinin ilkleri

ABD genelinde hangi eyaletlerin hangi partiye oy verecekleri genelde biliniyor. Örneğin Kaliforniya, Washington, New York gibi eyaletler genelde Demokratlara, Texas, Alabama, Mississippi gibi eyaletler genelde Cumhuriyetçilere oy veriyor. Bu nedenle hemen her dönem seçimin kaderini Florida, Pennsylvania gibi eyaletler belirliyor. Seçimlere iki hafta kala bütün adaylar kampanyalarını kritik olan eyaletlerde yoğunlaştırırlar. Cumhuriyetçiler 60 yıldır Florida’yı kazandıklarında başkanlık seçiminde galip gelmişlerdir. İlk kez Florida’yı kazanmalarına rağmen Başkanlığı kaybettiler. Demokratlar da Pennsylvania’yı kazandılar.

ABD’de 200 milyon seçmenden 160 milyonu oy kullanmış ve bu da seçmenin yaklaşık %67’sine denk geliyor. Son yüzyılda yapılan seçimler içerisinde en yüksek oranını oluşturuyor. Aynı şekilde posta yoluyla oy kullanmada tarihi rekor kırıldı. 3 Kasım günü 90 milyon oy yani toplam oyların yaklaşık %56,5’i posta yoluyla ya da erken kullanılmış. Demokratların seçim boyunca belki de en akıllı ve sonuç alıcı planı posta yoluyla ve erken oy kullanmada kendi seçmenini teşvik etmiş olmalarıdır. Posta yoluyla ya da erken oy kullananların %67’si Demokratlara oy verenlerden oluşuyor. Bu nedenle eyaletlerde posta oyları sayılmaya başlamasıyla Demokratların kazanma şansı hızla yükseltmeye başladı ve bu oylar sonucu belirledi.

Demokratlar neden posta yoluyla oy kullanmayı teşvik etti?

Bunun iki nedeni bulunuyor. Birincisi Demokratların seçmen kitlesi esasen ekonomik olarak orta ve alt kesimleri oluşturuyor. Yapılan araştırmalarda Afrika ve Latin kökenliler başta olmak üzere yoksul kesimlerin seçim günü sandık başına gitmedikleri ve oy kullanmadıkları tespit edilmiş. Pandemi gibi olağan üstü koşullar nedeniyle, seçim günü oy kullanma oranlarının düşeceğini dikkate alarak seçmeni posta yoluyla ve seçimden önce oy kullanmaya teşvik ettiler. Posta yoluyla oy kullanma talebi seçmende ciddi olarak karşılık buldu. İkincisi neden ise şu; FBI’ın iki ay önceden Biden’ı elektronik ortamdaki oy kullanımlarında manipülasyon olabileceği, bu nedenle de posta yoluyla oy kullanılmasının teşvik edilmesi için uyardığı belirtiliyor. Demokratlar, ABD’nin en üst düzeyde güvenlik sorumlularından birinin uyarıları doğrultusunda ve pandemiyi de dikkate alarak seçmeni yönlendirmeyi başardı. Trump, ilginç bir şekilde posta yoluyla oy kullanmaya şiddetle karşı çıktı. 3 Kasım gecesi posta yoluyla kullanılmış 60 milyona yakın oyun bir tanesi dahi sayılmadan kendisinin kazandığını ilan etmesi, aslında başından beri ne kadar önemli bir taktik hata içinde olduğunu gösterdi.

Trump’ın güncel ırkçı politikalara ve Biden’ın geçmiş ırkçı politikalara verdiği destek

Trump’ın iç politikadaki ırkçı söylemleri ABD toplumunun iç dinamiklerinde ciddi bir kırılma yarattı. “Beyazlar ve diğerleri” olarak belirlenen ırkçı politikalar, Trump döneminde aktif olarak desteklendi. Aşırı sağcıların silahlanmasını olumlu bir gelişme olarak değerlendirdi, kendisinden talimat beklemelerini seçim sürecinde açıkça dile getirdi. Trump, tartışma programında, beyazların üye olduğu ve kamuoyunda ‘aşırı ırkçı’ olarak bilenen faşist ‘Proud Boys’ örgütüne seslenerek “Geri çekilin ve hazırda bekleyin. Fakat size bir şey söyleyeyim bence ANTIFA (faşizm karşıtları için kullanılan isim) konusunda bir şey yapmak gerek” dedi. Ayrıca göçmenler üzerinden geliştirdiği yabancı düşmanlığı ABD’de karşılığını buldu denebilir. Buna benzer, “aşırı sağcı” olarak bilinen faşist örgütlerin, seçimler boyunca silahlı görüntülerle Trump’a destek vermelerinin ABD’nin toplumsal dinamiklerini ciddi oranda etkilediği çok açıktır.

Kamuoyu yoklamalarında Amerikalı beyazların %56’sının Cumhuriyetçilere, siyahların %81’inin, Latinlerin %65’inin ve Asyalıların %63’ünün ise Demokratlara oy verdiği görülüyor. Latin kökenliler içerisinde özellikle Küba ve Venezüella kökenliler, anti-komünist politik kimlikleri nedeniyle Cumhuriyetçilere oy veriyor. Florida bu bakımdan önemli bir merkez olarak görülüyor. Ancak Latinler içerisinde Meksika, Brezilya, Arjantin gibi diğer ülkelerden gelenler ise ağırlıklı olarak Demokratlara oy veriyor. Genel olarak göçmenler, özellikle göçmenler politikası nedeniyle Demokratlara daha yakın duruyor.

ABD’de önemli bir oy potansiyeli olan siyahlar yani Afrika kökenliler genelde Demokratlara oy veriyor. Bu tarihi rekor Obama döneminde yaşandı. 2008 yılında ilk siyah aday olan Barack Obama’ya, siyah erkekler yüzde 95, siyah kadınlar yüzde 96 oranında oy vermişti. 3 Kasım 2020 seçimlerinde ise ABD’de oy kullanan siyah erkek seçmenin yüzde 80’i, siyah kadın seçmenin de yüzde 91’i Demokratlardan yana oy kullandı. Yani Obama döneminden bu yana siyahi oylarda belirgin bir düşüş yaşandı. Bu, Biden’ın geçmişte uyguladığı ırkçı politikalardan kaynaklanıyor. Biden 1972’de Delaware’den en genç senatör olarak seçildiğinde, beyazların eğitim kalitesini düşüreceği gerekçesiyle siyahlar ile beyazların aynı okullara gitmesine karşı çıkmış ve öğrencileri taşıyan karma otobüs servislerinin iptal edilmesi gerektiğini belirtmişti. Ayrıca daha çok göçmenleri ve siyahları hedefleyen Suç Yasası’nın (1994) yazılmasına destek verdi ve Senato’dan geçmesi için aktif olarak çalıştı. Doğal olarak siyah seçmen kitlesi bunları unutmuyor. Obama da bu gerçeği bildiğinden Biden’a destek vermek için sahaya indi ve özellikle göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı eyaletlerin şehirlerini gezdi. Eğer Trump daha ılımlı ve kucaklayıcı bir kampanya yürütmüş olsaydı, siyahlardan daha fazla oy olması mümkündü.

Trump ABD’nin geleneksel devlet kodlarıyla oynadı

Trump’ın iktidara gelmesi bir tesadüf değildi. ABD’nin küresel imparatorluk yolunda ilerlemek için Çin ile çatışarak yeni bir strateji uygulanması amaçlanıyordu. Ancak Trump gibi birinin bunu başaracak güçte ve nitelikte olmadığı görüldü. Trump’ın dış politikayı daha çok kendi şirketlerinin çıkarlarını korumanın bir aracı haline getirdiğine dair ABD kamuoyunda yapılan çok sayıda eleştiri var. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Beyaz Saray-Savunma-Dışişleri-CIA dengesi ABD’nin küresel stratejisinin belirlenmesinden önemli bir dengedir. Trump, ciddi bir politik stratejisi olmadan bunlarla ciddi şekilde oynadı ve ABD’nin özellikle küresel liderlik gücünü tartışır hale getirdi.

Biden, öncelikli olarak bu dengenin yeniden sağlanmasına çalışacak. Bu stratejik kurumlar arasında kurulan denge bozulduğunda özellikle ABD’nin dış politikası felç olur ve etkisizleşir. Bu seçimlerin belki de yeterince dikkat çekmeyen ilginç bir sonucu daha var. Washington DC yani devletin yönetim merkezi özel statülü bir bölgedir. Buranın senato için seçme hakkı yok. Ancak başkanın seçilmesi için 3 delege hakkı bulunuyor. Washington DC oylarının yaklaşık %92’si Biden’a %5’i de Trump gitti ve üç delegeyi de Biden kazandı. Bunun politik analizi son derece önemli bir mesajı içeriyor: Washington bürokrasisi hiçbir şekilde Trump’ın başkan olmasını istemiyor. Ancak Trump’ın 4 yıllık başkanlık sürecinde aldığı sıra dışı kararlar Beyaz Saray koridorlarındaki etkisini uzun bir süre hissettirecektir ve bazı değişimlerin kapısını aralayacaktır.

Biden’ın öncelikleri

Birincisi, bir süre önceliğini iç politik sorunlara verecek gibi görünüyor. Koronavirüs pandemisinin yarattığı sarsıcı etkilerin aşamalı olarak ortadan kaldırılması önemli bir beklenti. Bunun yarattığı ekonomik durgunluk, işsizlik ve sağlık sorunları gibi konulara yoğunlaşacaktır. ABD toplumunun iç güven dengesinin sağlanması için belirli bir planı uygulayacaktır. Pandemi konusunda bilimsel kurumlarla daha yakın ilişki kurarak aşının bulunması için özel bir yoğunlaşmaya gidecektir. Aşının bulunması için Bill Gates’in bu dönemde aktif olması kimseye sürpriz gelmemelidir.

İkincisi, dış politika gibi ABD’yi var eden stratejik sorunlar bulunuyor. Koronavirüs pandemisi, ABD’nin küresel liderlik gücüne ve inandırıcılığına ciddi bir darbe indirdi. Bunların yeniden planlanması için Dışişleri ve Pentagon ile uyumlu çalışması ve dengeyi sağlayacak bakanların atanmasının ön plana çıkması kaçınılmazdır. AB ve NATO ile bozulan ilişkilerin yeniden tamir edilmesi için atılacak adımlar küresel kapitalist sistemin merkez güçlerine bir nefes aldıracaktır.

Çin’i düşman görmeyecek ama rekabet ettiği bir oyuncu olarak ekonomik ve politik ilişkilerin belirlenmesine yönelecektir. Çin’in ekonomik gücünün küresel dengelerin istikrarı için kullanılmasına dair yeni anlaşmalar yapılacaktır.

Rusya ile mesafeli ilişkiler devam etse de nükleer silah anlaşmasının yapılması için çok daha net ve kararlı politikalar yaşama geçirilecektir. Rusya’nın Kafkasya, Avrasya ve Suriye dâhil olmak üzere bölgesel bir oyuncu olarak dikkate alınacağı açıktır.

İran konusunda Obama’nın benimsediği nükleer anlaşmanın yeni bir formatta yenilenmesi ve İran’dan daha fazla taviz koparılması için BM Güvenlik Konseyi ve Almanya ile birlikte çalışacaktır. İran ile savaş değil uzlaşı esas alınacak gibi görünüyor. Bu nedenle karşılıklı görüşmeler dahilinde ambargonun aşamalı olarak kaldırılması sürpriz sayılmamalıdır.

Ortadoğu’da ekonomik, politik ve askeri ilişkiler açısından bir kısım düzenlemelere gidilmesi mümkün. Bölgedeki ABD askeri varlığı yeniden tanımlanacaktır. İsrail ile Arap dünyası arasındaki ilişkilere aktif destek verilecektir. Gazeteci Kaşıkçı cinayeti nedeniyle Suudi Arabistan ile ciddi bir çatışma ve baskı yaşanmayacaktır.

Biden, Irak-Suriye ve Doğu Akdeniz merkezli Ortadoğu politikasını daha çok Pentagon ve Dışişlerinin belirleyeceği stratejiye uygun yeni bir planlamaya gidecektir. Özellikle hem Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin politik ve askeri gücünün artırılması hem de   Kuzey-Doğu Suriye’de özerk bir bölgenin kurulması konusunda Rusya ile çok daha yakından çalışarak 2022 yılının ortalarına kadar Suriye savaşının sonlandırılması ve bu sorunun çözümünü sağlayabilecek politik-diplomatik-askeri hamleler yapması yüksek bir olasılıktır. Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın yanında yer alacağı konusunda kimsenin şüphesi olmasın.

Biden yönetiminin Ankara ile ilişkileri

Biden’ın Türkiye olan ilişkileri yine ABD’nin bölgesel stratejisine uygun bir yönelim içinde olacaktır. ABD, Türkiye’den vazgeçmez ancak AKP-MHP iktidarıyla olan sorunların çözümü son derece zorlu olacaktır. Ankara’nın S-400’ler başta olmak üzere Rusya olan ilişkileri değiştirmesi ABD’nin olmazsa olmazları olacaktır. Ortadoğu siyasetinde ABD’ye yeniden tabi olması şartı Ankara’nın masasına gelecektir. Suriye, Libya, Ermenistan dengesinde ABD’nin yanında yer alması dahil olmak üzere bölge siyasetinde açık değişikliklere gitmesi istenecektir. Eğer Ankara, uyum sağlamazsa ekonomik, politik ve askeri baskıların artması kaçınılmazdır. Biden yönetimi, Halk Bankası ve Senato’da onaylanan ekonomik ambargo gibi kozları kullanacağı mesajını diplomatik bir dille verecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı otoriter/diktatör ilan eden Biden yönetimi, Ankara’nın tutumuna bağlı olarak bu sözleri esnetebilir ama toptan onları yok saymayacağı açıktır. Ankara-Washington denklemindeki olumsuz gelişmeler, Türkiye’de sarsıcı etkilerini kısa sürede hissettirebilir ve erken genel seçim sürecini zorlayabilir.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu