Dünya yanıyor
Dünya yanıyor derken ne sadece Brezilya’daki Bolsonaro iktidarının ön ayak olduğu Amazon ormanlarındaki yangınları ne Kanada ve yeryüzünün sağında solunda “aşırı sıcaklar nedeniyle” gündeme gelen alevleri ne de insan eliyle yaratılan diğer çevre felaketlerini kastediyorum. Tekrar yükselişe geçen korona salgınını da bütün bu yanma haline eklesek yine de çok eksik kalır. Felaketin asıl kaynağı paylaşım savaşını derinleştiren, önüne “zafer”den öte başka bir şey koymayan politikalar ve bunu şekillendiren egemen sağcı akıl. Bu zihniyeti bugün postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşının bütün ana aktörlerini paylaşıyor. (1)
Geçen hafta, iki ayrı ABD hükûmetinde Savunma Bakanı olarak görev yapmış ve kazanmaktan öte bir derdi olmayanların sembol isimlerinden Donald Rumsfeld 88 yaşında öldü. Rumsfeld’in parmağının olduğu savaşların kenarından bile geçmiş kimsenin onun kadar gökyüzünü görebildiğini ise sanmıyorum.
Rumsfeld ve benzerlerinin açtığı derin, onulmaz yaralar Irak ve Afganistan’da hala kanamaya devam ediyor. Hatta şunu söylemek mümkün; ABD’nin Afganistan’dan bir adım geri çekilerek savaşı kazanmaya çalışmasının bedeli sınırları Çin’e dayanan genişletilmiş bir Ortadoğu yaratılmasıyla ödenebilir. Geleceğe dair ciddi bir perspektiften yoksun, hemen hemen hepsi şöyle ya da böyle otoriter yönetimler tarafından idare edilen bu hattaki ülkelerin (Gürcistan’dan başlayıp Kırgızistan’a kadar uzanan hat.)kaderi mevcut paylaşım savaşının parçası olmaktan öteye gidemeyebilir.
Geçtiğimiz hafta içerisinde Batılı güçlerin önemli bir bölümü Afganistan’dan çekildi. ABD de bölgedeki en büyük üssü Bagram’ı boşalttı. Amerikan yönetimi kendileriyle çalışan ve tahliye isteğinde bulunan yaklaşık 18 bin Afgan sivili de ülkeden çıkarmaya çalışacaklarını açıkladı. Avustralya ülkedeki elçiliğini kapatma kararı aldı. Muhtemelen bunu başka ülkeler de izleyecek. Geri çekilme bu hızla sürerse Taliban’ın hakimiyetini ilan etmesi için 11 Eylül’e kadar beklemek gerekmeyebilir. Zaten Taliban’ın da zaman kaybetmeye niyeti yok gibi gözüküyor. Taliban’ın ilerleyişi geçen hafta içinde de çeşitli bölgelerde sürdü. Çatışmalar ülkenin kuzey ve orta bölgelerinde yoğunlaştı. Taliban geçen haftalarda ele geçirdiği Tacikistan sınırındaki Şir Han Bendar Sınır Kapısı’nın da kontrolünü elinde tutuyor. Ayrıca Özbekistan ve Tacikistan sınırındaki yerleşimlerin tamamını ele geçirdiği İran sınırında ise çatışmaların sürdüğü bildiriliyor. Geçen hafta BM, Taliban’ın Mayıs ayından bu yana 370 bölgenin 50’sini ele geçirdiğini, birçok kenti kuşattığını ve başkent Kabil’e yaklaştığını açıklamıştı. Muhtemelen bu rakamlar her gün artarak değişecek. Zira merkezi otorite özellikle Batılı güçlerin çekilmesi sonrası göreli bir panik havası sergiliyor.
Taliban’ın anlaşma yerine güç kullanarak iktidarı alma eğilimi şu an daha büyük bir olasılık. Bu, kanlı sürecin derinleşmesi anlamına gelecek. Aynı zamanda çeşitli haberlere yansıdığı üzere görece kentlerde şekillenmiş olan modern alışkanlıklar ve bunun yarattığı sınırlı zemin dahi tehlike altına girecek.(2) Bütün bunların dışında pusuda bekleyen bir de IŞİD tehlikesi var ki bu kanlı denklemi daha da karmaşıklaştırabilir.
ABD’nin Afganistan planları ve TC’nin diyeti
ABD Afganistan’dan çekilirken savaşı bitirme hesabıyla hareket etmiyor. Aksine savaşın alanını genişleterek sürdürmek onlar için daha tercih edilir gözüküyor. Bunu elbette öncelikle Afganlara bir “borç” ödeme olarak sunuyorlar. Mesela yapılan planlara göre çekilme sonrası Amerika ve NATO müttefikleri Afgan askerlerinin masraflarını karşılamaya devam edecek, uçak bakımına destek olacak ve Afgan askerlerini ülke dışında eğitecek. ABD Büyükelçiliği yerleşkesinde 650 Amerikan askeri kalmaya devam edecek. Ayrıca bir kaç yüz ABD askeri de Eylül ayına kadar Karzai Havalimanı’nda kalacak. Amerika çekilme sürecinde hava kuvvetlerini kullanarak Taliban’a saldırılarda bulunabilir. Fakat şu anda bu düşük bir olasılık.
ABD Afganistan’daki askeri varlığını azaltsa da bölgeden uzaklaşmıyor. Netleşmiş planlar dahilinde Afganistan’daki “terörist gruplara karşı operasyon” düzenleyebilmek için Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi ülkelerdeki deniz, kara, hava üslerini ve Körfez bölgesindeki gemileri kullanmaya hazır. Orta Asya ülkelerinin kullanarak NATO ve ABD üslenmesini genişletme hedefi ise sadece Afganistan politikaları gereği değil Çin’e karşı geliştirilen stratejinin de bir parçası olarak gündemde. Bu konuda arayışlar sürüyor. Fakat Pakistan yönetimi geçen haftalarda ABD’ye üs vermeyeceğini açıkladı. Bunda muhtemelen ülke yönetiminin kendi çekincelerinin yanı sıra Çin’in Pakistan üzerindeki nüfuzunun da rol oynama ihtimali yüksek.
ABD’nin bölgeye dönük planlarını muhtemelen TC ile birlikte geliştirilen adımlar takip edecek. Geçen hafta MSB Akar Kırgızistan ve Tacikistan’a gitti. Savunma ve FETÖ ile mücadele alanlarında iş birliğini artırmak diye özetlenen ziyaretlerin muhtemel bir amacı da Afganistan’a dönük politikalar için nabız yoklamaktı. Washington ve Ankara’nın operasyonları yönetmek için yakın bir bölgede üstlenmek istemesi garip olmaz. Hamid Karzai Havaalanı’nın güvenliği meselesi Biden-Erdoğan görüşmesinde gerçekleşen teslimiyet anlaşmasının kapsamında verilen sözlerden biriydi. Fakat bu konuda TC yeterince kendine güvenmiyor. Rejim, Sünni İslam-Hanefilik üzerinden inanç ortaklaşmasına rağmen Taliban’dan da beklediği karşılığı göremiyor. Bunun için mali-lojistik ve politik destek arayışında.
Geçen hafta Antalya’da Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov tarafından çeşitli başlıklarda sigaya çekilen TC’nin, Orta Asya’da ABD yanlısı oynayacağı rol Pekin’in yanı sıra Moskova yönetimini de memnun etmeyecektir. Lavrov Antalya’da Afganistan başlığına da bir olur almış mıdır bilmiyoruz fakat Afganistan’da çözüm için çoktan kurulmuş olan mekanizma ABD, Rusya, Çin ve Pakistan arasında şekilleniyor. TC’nin burada adı bile geçmiyor.
Başka bir gücün müdahalesi olmasa dahi ABD-TC planları tıkır tıkır işler mi orası da belirsiz. Biden’la yapılan teslimiyet anlaşması o kadar da rayında gidiyor gibi gözükmüyor. Açılan yolsuzluk soruşturmaları ile ABD’nin eline her geçen gün yeni kozlar geçiyor. ABD açısından Ankara yönetiminin Washington, Moskova ve Pekin arasında salınan pozisyonu tahammülleri zorlayabilir. Geçen hafta Amerikan yönetimi TC’yi hem İstanbul Sözleşmesi hem de çocuk asker kullanma başlıklarında hafiften sıkıştırdı. Henüz asıl sıkıntı çekilen alan yani yabancı yatırım başlığında da pek bir ilerleme yok. Rejim her ne kadar ABD’ye itirazlarda “esefle karşılamak” gibi sözlerle ağlama tonuna geçse de anlaşılan onlara sadece boyun eğmek yetmiyor “iş” istiyorlar.
Kimse postmodern karakterli savaşın örneğin 2. Dünya Savaşı’nı bitiren tarzda bir törensellikle son bulacağını beklemesin, zira içinde bulunduğumuz savaşın zaman ve mekana yayılmışlığında bu tür gösterilere yer yok. Biter mi, maalesef onu da henüz öngöremiyoruz…