Aktüel Yorum

Faşiste faşist diyememek ya da yalancı meme alışkanlığının zararları

İnsan kendini kandırmakta yetenekli bir varlık. Hayvanlarda var mı öyle bir şey bilmiyorum. Fakat bizimki yalancı memeyle çocukluktan başlıyor olsa gerek. “Canım ne olacak sağ da sol da bir” diyenlerin ona da ihtiyaç duyduğunu sanmıyorum ya…

Yine de biz yalancı meme alışkanlığının yararına zararına bir göz atalım. “Bebeğinizin bir emziği olmasına izin vermek, bebeğinizi sakin kalarak yatıştırır, rahatlama hissine yol açar, sindirime yardımcı olur. Aynı zamanda besleme konusundaki içgüdülerini tatmin etmeye yardımcı olabilir. Emzikler, bebeklerin tutulmaya, sallanmaya veya beslenmeye gerek kalmadan kendi kendini yatıştırmayı öğrenmeleri için harika bir yol olabilir. Koordinasyon sağlaya yardımcı olur. Kimi ebeveynler için emzik ağlayan bebekler için cankurtaran olarak bilinir ancak bırakılması çok zor olabilecek kötü bir alışkanlığın başlangıcı olarak da değerlendirilir…” internette bir iki yerde reklam kokusu eşliğinde böyle şeyler söylemişler. İşin bebekler kısmını ilgililerine bırakalım. Fakat bu alışkanlık ya büyüklerde de sürüyorsa hele hele politik liderlerde, o zaman ne yapacağız?

Lafı dolandırmayayım, mevcut CHP yönetimi “haklı ve doğru olarak” kendini bir suç organizasyonu olan devletin bir uzvu, ayrılmaz parçası olarak görüyor. Emdiği, seçmenlerine de önerdiği emziğin rengini bazen değiştirse de bir biçimde ve her daim iktidarın parçası olduğunun bilinciyle geviş getirmeye devam ediyor. Ne yapalım, koca adamlar emziği bırakamıyorsa elden ne gelir diyebilirsiniz, fakat maalesef sorun onlarla kalmıyor. CHP şöyle ya da böyle hala ülkedeki seçmenin dörtte birinin oyunu alıyor görünüyor. Seçmen tabanını genişleteceğim, postu kurtaracağım hesabıyla mevcut taraftarlarını faşistLEŞtirmeye çalışıyor. Bu her şeyden önce geçmişte sivil faşistler tarafından katledilen aydınların hatırasına ihanet. Tabii siz de haklısınız ayağına gidilen katillerin “derin muhabbeti” orada dururken insan niye kayın babasını aklına getirsin. Dersimli olduğunu mu, sümme haşa!!!

Olana dikta-faşizm dememek için kırk dereden analiz getiren bazı aydınlara gelince bu belki herhangi bir eyleme borçluluğundan gönülleri uzak tutmaya yarayabilir ama işte o kadar. Faşizmin zaptiyeleri kapıları boş bırakmıyor. Geçen hafta kaybedilmeye çalışılan Gökhan Güneş örneğinde olduğu gibi nice ismini dahi bilmediğimiz işkence yapılan, kaybedilen insanlar var. Bunlara gözlerimizi mi kapayacağız?

TC ile ilgili bazı değerlendirmelerde olanın, İtalya ve Almanya’dakine benzemediğinden bahsediliyor. Bunda bir yanlış yok elbette fakat ne zaman benzediğimizi sormak da sanırım hakkımız. Niye bugün benzesin? Zaman da mekan da bu kadar farklıyken. Bir ton dalavereyle AKP iktidara geldiğinde “demokrasi şöleni” başlığı atanlar neden aynı bol gönüllüğü bugünkü rejimi değerlendirirken göstermiyorlar? İşte bunlar hep o devlet emziğinin eseri. Alışkanlık, ağızlara yapışıyor, rahatlatıyor…

Sonra döndük yine aynı teraneye “iki yüzlü AB, hain ABD” falan filan. Çok seviyoruz bu lafları. Burada bir hesap hatası değil gerçekten şuursuzluk söz konusu. Niyesi şu, AB elbette bir bütün değil fakat AB’de uzun zamandır AB değerleri üzerinden konuşan pek politikacı kalmadığı gibi genelde iktidar olanların da “sosyal Avrupa” düşüncesiyle uzaktan yakından bir ilgisi yok. Dolayısıyla Türkiye’yle ilgili konuşurken insan hakları sorunları ya da TC’nin bir diktatörlük olması meselesi birer pazarlık aksesuarı olmanın ötesinde işleve sahip değil. Öncelik “stratejik” ve akçeli işlerde. Örneğin geçen hafta AB’nin TC’ye dönük çok sınırlı ölçüde olan yaptırım kararlarını rafa kaldırması açıklamasında insan hakları sorunları anılmadı. Sonradan Almanya Dışişleri Bakanı Mass’ın aklına “AİHM kararlarına uyulmalıdır” açıklaması usulen de olsa geldi. Hem kimse kusura bakmasın ama örneğin bu hafta üyesi Polonya’da kürtajın fiilen yasaklanmasına ses çıkaramayan bir AB, sizin demokrasi sorununuza ne kadar merhem olabilir? İşin doğrusu başından beri, Türkiye halklarının layığını bulduğu inancı oralarda daha yerleşik. Bu elbette en hafifinden ayrımcılıktır. Fakat siz buna itiraz etmek yerine tam siper “Türkün Türkten başka dostu yoktur” çukuruna balıklama atlıyorsanız sizin için kim, ne yapabilir?

Biden iktidarına gelince Türkiye ilgili şimdilik tam olarak ne tür adımlar atacağını bilmiyoruz. İlk ciddi sınav Rusya ve Birleşik Arap Emirlikleri’yle birlikte TC’ye yapılan Libya’dan çıkın çağrısı oldu. Rejimin basını bu çağrıyı hasır altı etmeyi tercih etti. Ne olacak/olmayacak yakında göreceğiz. Sonuçta ABD, TC’ye karşı bir adım atacaksa da bu kendi çıkarları çerçevesinde olacaktır. Yani kendisi için bir şey yapacaktır. Bu Türkiye’de değişim beklentisini olumlu bir biçimde de etkileyebilir eğer bu doğrultuda mücadele edenler yeterince örgütlü, politik ve ideolojik bir güce sahipse. Örneğin Kobanê direnişi ve zaferi öyle bir andır. Yoksa aynı zemini pekala başka güçler de kendi lehine değerlendirebilir.

“Sonları geldi, gittiler gidiyorlar, bir şey yapmaya gerek yok, bu böyle gitmez…” emzikleri artık çöpe atılmak zorunda. Doğa yasalarının bile bugünlerde ne kadar geçerli olduğu bir hayli şüpheliyken mevcut politik durumu, kendini “gözlemci özne” olmanın ötesine taşıyamayan bir varoluş halinin, olanı dahi doğru tarif edebilmesi mümkün olamaz. Siyasetçi esnafının alışkanlıklarından vazgeçmesi zor. Emzikler çürüse de rahatlık veriyor. Fakat hala rejime teslim olmayan, bu ülkede değiştirmeye, devrime gücü ve inancı olanlar var. Bu insanlar kendi kaderlerini devletin kullarının insafına terk edemezler….

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.