Aktüel Yorum

Felsefede Öze Dönüş Mümkün mü?

Bu hafta da Felsefe Üzerine Genel Tezler’i konuşmaya devam ettik. Felsefenin nasıl bir aktivite olduğunu açıklayarak başladığımız toplantı online olarak gerçekleşti. Sunumda, felsefe tarihinde bir gezintiye çıktık. Antikçağ filozoflarını ve felsefenin başlıca motivasyonları üzerinde duruldu. Her zaman olduğu gibi programın ikinci bölümünde karşılıklı görüşmelere de yer verildi. Felsefe, Edebiyat ve Sinema Platformu’nun üyeleriyle bir araya geldiğimiz toplantının moderatörlüğünü ise Merve Özol yaptı.

Dünya uygarlaştıkça insanın yabancılaşması da artmıştır. Felsefe tarihinde birçok kuşkucu filozof, anarşist düşünürler ve romantikler bu gelişmelere karşı şerhler düşmüşlerdir. Bu düşünürlere göre tarihsel ilerlememiz toplumsal olarak da ilerlediğimiz anlamına gelmez. Örneğin J. J. Rousseau uygarlık eleştirisi yapanlardan biriydi. Marx ve Marksizm ise bu sistemin tamamen ortadan kaldırılmasını yeni bir dünya kurulmasını savunmuştur / savunmaktadır.

Sunumda uygarlık eleştirisini sürdürürken felsefenin sokakta ve halkın içinde başladığını ileri sürmemiz sanırım dikkat çekmiştir. Sokak ve halk filozofu denildiğinde öncelikle Sokrates’in akla gelmesi doğaldır. Platon ve Aristoteles ise felsefeyi Akademi ve okul içine taşıyan filozoflar oldular. Dolayısıyla felsefe deyince konu zorunlu olarak onun kuruluş yıllarına kadar uzanır. Thales’ten Herakleitos’a dek bir çok filozofu anmamız bu nedenledir. Böylece ilk kuşak filozofları, Sokrates ve Sokrates sonrasını süreklilik ve kopuşlar içinde ele almak gerektiği de açığa çıkıyor.

Felsefeyi konuşmak, felsefe yapmak zorunlu olarak bizi “kavram kavramı”nı konuşmaya götürür. Su, hava, toprak, ateş gibi materyalist olgu ve kavramları anmak zorunlu oluyor. Sokrates’in, felsefeyi gökyüzünden yeryüzüne indirdiği söylenir. Belki de bir başka manada Sokrates’ten sonra felsefe yeniden havaya yükselmiştir. Platon idealar dünyası üzerinden, Aristoteles ise töz kavramı üzerinden felsefe kurarken başka ne yapmak istemiştir ki? Bu yüzden de felsefeyi kavram kurma sanatı olarak tanımlamak yanlış olmaz.

Tarihsel olanın her zaman aktüel boyutu vardır. Bu nedenle felsefe yapılan her ortamda meselenin güncele gelmesi, bunun yanında bilime, sanata, siyasete gelip dayanması anlamlıdır. Tutucu felsefeler gibi tutucu filozoflar da az değildir. Sunumda Martin Heidegger örneğini vermekle yetindik. Yetindik desem de Kant, Platon ve Aristoteles gibi filozoflar da eleştirilerden nasibini almıştır. Bilindiği gibi 20. yüzyılın en büyük filozofları içinde sayılan Heidegger, Nazi partisine girmiş, faşizmi desteklemiş ve nihayet Hitler’in safında yer almıştır. Faşizm yenildiği halde Heidegger tutarlı bir öz eleştiri de vermiş değildir. Yine de filozoflara bir yönüyle bakmak sorunlu olabilir. Aynı Heidegger, kurduğu varoluşçu felsefe ile yaptığı teknoloji eleştirisi ile de ilgi çekmiştir.

Dünyayı açıklamak için felsefenin temel bir düşünme formu olduğunu söyledik programda. Bununla birlikte ona kutsallık atfeden görüşleri de masaya yatırdık. Nihayet felsefenin yaptığı nice açıklamanın çelişkilerle dolu olduğu sır değildir. Burjuva – liberal felsefelerin kriz ve tutarsızlık içinde olduğunu gösteren pek çok örnekten biri de Rönesans’ın açıklanma tarzıdır. Yoktan hiç bir şeyin var olmayacağı bir realite iken Rönesans’ın yoktan var edildiği söylenmektedir. Halbuki felsefe, Rönesans döneminde halktan daha da uzaklaşarak elit ve aristokratik bir yapıya bürünmüştür.

Uygarlık geliştikçe yabancılaşma artıyor denilebilir. Felsefeye olan mesafe de büyüyor. Bunun tersine çevrilmesi gerektiğini, yani “felsefede öze dönüş”ün gerçekleşmesini savunduk. Bunun için sınıf olgusunun ve mülkiyet karşıtı mücadelenin esas olması gerektiği açıktır. Bu noktada üretim ve ekonomik ilişkilere dikkat çekmek gerekirdi. Öyle de yaptık. Felsefenin kaynakları için Anadolu ve Mezopotamya uygarlıklarını adres göndermekten geri durulmadı. Dolayısıyla felsefe, su uygarlıklarında başladı. Bu da sınıfların ortaya çıkmasına paralel bir şekilde yürümüştür. Şöyle bitirelim: Akansimandros demişti ki, meydana gelen meydandan gider. Buna elbette ki felsefe de dahildir. Sınıfların ortaya çıkmasıyla ete kemiğe bürünen felsefe, sınıfların son bulmasıyla önce özüne döner, peşinden de sönümlenir.

Mehmet Akkaya

1964’te Malatya’da doğdu. İlkokulu Malatya’da okudu; orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. Kocasinan Lisesi’nden sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Maltepe Üniversitesi’nde Psikoloji, İnsan Bilimleri ve Felsefe Bölümü’nde yüksek lisans (master) yaptı; dil ve kültür felsefesi konusundaki tez çalışmasıyla mezun oldu. Çeşitli gazete ve kültür-sanat-felsefe dergilerinde bilim, sanat, felsefe ve politika içerikli yazdığı yazılarla biliniyor. Akkaya, televizyon ekranlarında yaptığı felsefe/düşünce programlarıyla da tanınıyor. 2008’den itibaren kitap çalışmalarına yoğunlaşan yazarımızın eserleri felsefe, bilim, sanat ve politika meraklıları tarafından ilgiyle izleniyor.
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.