![](https://www.aktuelsanat.net/wp-content/uploads/2019/08/ypg_savascisi_abd_zirhlisi.jpg)
‘Güvenli Bölge’: Ankara-Kamışlı-Washington denklemi Türkiye’yi nereye götürüyor?
Son birkaç haftadır politik gündemi meşgul eden ‘Güvenli Bölge’ üzerine yapılan anlaşmaya dair çeşitli bilgiler kamuoyuna yansıyor. Ortaya çıkan tabloda Ankara-Kamışlı arasındaki askeri-politik denge nasıl şekillenecek? Kim nasıl bir sonuç elde etti? Ya da önümüzdeki süreçte olası politik gelişmelerin seyri nasıl olacak?
Şu sorularla başlayalım: ‘Güvenli Bölge’ için kim ne dedi? Nasıl bir tablo ortaya çıktı?
Ankara’nın ‘Güvenli Bölge’ planı: Ankara’nın ısrarla uygulamak istediği ama başaramadığı iki önemli nokta şuydu: Birincisi, PYD merkezli Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) hâkimiyet alanını sınırlamak ve bunun için kurulacak askeri güvenlik bölgesinin kontrolünde aktif söz sahibi olmak. Böylece QSD’nin askeri hâkimiyetini ve bölgede kurduğu fiili politik-toplumsal örgütlenme modelini tasfiye etmek. İkincisi, bunu Türkiye’nin iç politikasında ciddi bir mesele olmaya ve AKP iktidarına oy kaybettirmeye başlayan Suriyeliler sorununda bir “çözüm aracı” haline getirmek istiyordu.
QSD’nin ‘Güvenlik Bölge’ önerisi: QSD yöneticilerinin hem ABD’li General Kenneth McKenzie’nin başında olduğu askeri heyetle doğrudan yaptığı resmi görüşmede hem de Türkiye’de bulunan ABD heyetiyle yapmış olduğu dolaylı görüşmelerde belirttikleri şuydu: QSD askeri güçleri sınırdan 5 kilometre içeri doğru çekilecek, şehir merkezleri ‘Güvenli Bölge’ koridorunun dışında kalacak; koridorda YPG güçleri çekilebilecek ama yerel meclislere bağlı güç kalacak; QSD’nin elinde bulunan ve Türkiye’yi hedef alan 20-25 km menzile sahip ağır silahlar 30 km geriye çekilebilecek; sınır güvenliği ABD-Fransa öncülüğündeki uluslararası koalisyon gücü ile Türk askeri güçleri tarafından sağlanabilecek. Buna karşılık da “Türkiye’nin hiçbir şekilde bir saldırıda bulunmayacağına dair garanti verilmesi, ‘Güvenli Bölge’nin İdlip sınırına kadar genişletilmesi, İslamcı örgütlerin Afrin’den çekilmesi, sivillerin evlerine dönmesinin sağlanması” gibi bazı şartlar ileri sürdükleri anlaşılıyor.
ABD ‘Güvenli Bölge’ için ne düşünüyor: ABD, her iki müttefikini dengelemek için öncelikli olarak diyalog kapısının her koşulda açık tutulması ve özellikle 5-15 km’lik bir ‘Güvenli Bölge’ koridorunun oluşturulması önerisini kamuoyu ile paylaşmıştı.
Ankara’da yapılan görüşmelerde ortaya çıkan sonuçlar
- Türkiye ve ABD heyetlerinin doğrudan, QSD’nin ise dolaylı katıldığı görüşmelerde ‘Müşterek Harekât Merkezi’nin kurulması kararlaştırıldı. Bu konuda QSD’nin doğrudan onayı alındı. Türkiye’de ‘Müşterek Harekât Merkezi’ Urfa’da kurulacak. Ancak daha sonra Fırat’ın doğusunda uygun bir bölgede benzer bir ‘Gözlem Evi’nin kurulacağı belirtiliyor.
- ‘Güvenli Bölge’nin kapsayacağı alan itibariyle nispeten QSD’nin tezlerine yakın bir sonuç ortaya çıkıyor. Örneğin, “Fırat ve Dicle suları arasında olacak bu bölgenin derinliği 5 km olacak. Girê Spî ile Serêkaniyê arasındaki bazı yerlerde bu derinlik 9 km’yi bulacak. Küçük bir alanda ise bu mesafe 14 km’ye ulaşacak.” Yani bütün sınır bölgesindeki güvenli bölge derinliği aynı düzeyde olmayacak. Sınırın önemli bir kısmı 5 km derinlikte olacak. Birkaç yerde 9 km ve nispeten Arapların ağırlıkta olduğu çok küçük bir bölgede derinlik 14 km civarında olacak. Bu tabloya bakıldığında Ankara’nın ısrar ettiği 30 km derinlik hiçbir şekilde söz konusu olmayıp, tersine QSD’nin ABD heyetine sunduğu 5 km derinlikli alanın esasen kabul gördüğü anlaşılıyor. Bu bakımdan Ankara’nın Fırat’ın doğusunu tamamen kapsayacak şekilde 30 km derinlikte ‘Güvenli Bölge’ ısrarı artık fiilen gündemden çıktı denebilir.
- Türkiye’nin ‘Güvenli Bölge’ planı özellikle şehir merkezlerini kapsayarak bölgede kurulan siyasal-toplumsal yapının etkisizleştirilmesini içeriyordu. Ancak şehir merkezleri Güvenli Bölge alanının dışında kalacak şekilde anlaşmaya varıldı. Bu aynı zamanda bölgedeki yerel yönetimlerin bir bakıma ABD eksenli uluslararası koalisyon güçleri tarafından güvenceye alınması anlamına geliyor.
- Hem ABD’nin hem de QSD’nin ‘Güvenli Bölge’ alanının Cerablus, El Bab, Afrin ve İdlip’i kapsayacak düzeyde genişletilmesi önerisi üzerinde henüz bir anlaşma sağlanmış değil. Ankara, bu öneriye sıcak bakmamasına rağmen özellikle ABD heyetinin, gelecekte planan ‘enerji koridoru’ için bunda ısrar ettiği biliniyor.
- Güvenli Bölge’nin denetiminin nasıl sağlanacağına dair bir netlik yok ama kabaca 5 km derinlikteki bir alan ABD merkezli Koalisyon Güçleri ve Türkiye tarafından denetlenecek. Ancak burada dikkat çeken önemli bir ayrıntı da yerel askeri güçlerin uluslararası koalisyon gücü içerisinde bölgede görev alacağı. Bunun askeri yorumu şudur: Aslında Türkiye’nin askeri gücüyle QSD’nin askeri gücü devriyede görevinde birlikte yer alacaklar.
- Anlaşma bir anda uygulanmayacak, öncelikli bölgeler belirlenerek aşamalı olarak yaşama geçirilecek. Türkiye, anlaşmanın eş zamanlı uygulanmasını isterken QSD ise aşamalı olarak uygulanmasında ısrar etti ve QSD’nin önerisine uygun bir pratik izlenecek.
- Türkiye’nin Suriyelileri ‘Güvenli Bölge’ye yerleştirme önerisi itirazla karşılandı ama nispeten yaşama geçirilecek. QSD, Türkiye’ye göç etmiş Suriyelilerden ancak geçmişte bu bölgelerde yaşamış olanlar ve bu alanlarda mal varlığı olanların kabul edileceğini belirtip, diğer Suriyelilerin bu bölgelere yerleştirilmesine kesinlikle karşı çıkıyor. Bu konuda tam bir anlaşma sağlanamamış olmasına rağmen öncelikle olarak bu bölgede yaşayanların gönderilmesi üzerinde ortak bir irade birliği oluşturuldu.
- QSD’nin elinde bulunan 25 km menzili olan ağır silahların, 30 km geriye çekilmesi üzerinde prensip anlaşmasına varıldı. Bu kararın uygulanması için de QSD, Ankara’nın da Fırat’ın doğusuna yönelik hiçbir operasyon yapmama garantisi vermesi gerektiğini belirtiyor. Ortak bir fikir oluşmasına rağmen anlaşma henüz resmiyet kazanmadı.
- Türkiye ile ABD arasında doğrudan, Kamışlı ile dolaylı olarak oluşan yakınlaşma, S-400’lere rağmen İdlip meselesinde Rusya ile olan mesafenin giderek açılması, politik ve askeri tercihlerde ciddi bir değişim olacağına dair önemli işaretler içeriyor. Türkiye-ABD, ‘Güvenli Bölge’ üzerinde mesai yaparken, Rusya-İran-Şam güçleri, İdlip’te cihatçıların elindeki bölgeleri hızla kontrol altına almaya başladılar. Oparasyonun yoğunlaşarak artması, Ankara için yeni sorunların ve risklerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır.
Kararın politik sonuçları üzerine birkaç söz
- Fırat’ın doğusu üzerinde yapıyan görüşmelerde iki taraf var: Ankara ve Kamışlı. Üçüncü taraf ABD ise arabulucu rolünü üstlenmiş bulunuyor.
- Türkiye, attığı yeni adımlarla QSD’yi, fiilen meşru bir güç olarak kabul etti denebilir. Önümüzdeki süreçte ABD’nin gözetiminde Ankara ve Kamışlı’nın sadece Fırat’ın doğusunda değil aynı zamanda bütün Suriye için bir araya gelmeleri sürpriz olmaz. Böylelikle QSD’nin ‘terörist’ görülmesi politikası aşamalı olarak terk edilecek gibi görünüyor.
- Hem bölgede hem de Türkiye’de Kürt sorunun çözümünün merkezi Kandil-İmralı denkleminden Kamışlı’ya kaymış görünüyor. Suriye’de Kürt sorunun çözümü özellikle Türkiye’nin iç politik denklemine doğrudan etkileyecek ve yeni bir çözüm süreci bu denkleme göre şekillenecektir. Aktörler ve roller yeniden şekillenecektir. Küresel güçler dahil olmak üzere Ankara’da mevcut aktörlerle hangi düzeyde hareket edecekleri üzerinde çok daha kapsamlı politikalar geliştirmek zorunda kalacaklardır.
- Ankara-Kamışlı hattındaki gelişmeler, Kandil’i stratejik karar vermeye zorlayabilir. Mevcut politik gelişmeleri iyi okuyan ve analiz eden Öcalan da politik ve liderlik inisiyatifini kaybetmemek ve sürecin asli öznesi olmaya devam edebilmek için ‘sürpriz’ kararlar alabilir.
- Ortaya çıkmaya başlayan politik tabloda, devletin iç dinamiklerinde yeni bir rekabetin ve hatta bir çatışmanın ortaya çıkması sürpriz sayılmaz. İttifak ve güç ilişkileri yeniden tanımlanacak gibi görünüyor. Ancak hangi biçimde olursa olsun, Türkiye’de iktidar değişimi dahil olmak üzere çok yönlü gelişmeler yaşanacak ve politik konjonktür ciddi biçimde değişme eğilimine girecek gibi görünüyor.
- ABD’nin kontrolünde ve gözetiminde QSD ile varılan anlaşmada, Suriyelilerin bir kısmının gönderilmesi, AKP-MHP ortak iktidarı için iç politikada bir avantaja dönüştürülmesi benimsenen önemli taktik bir politikadır. Buna paralel olarak ekonomik göstergelerde olası olumlu gelişme ile birlikte erken seçim kararının iktidar tarafından alınması da sürpriz olmaz. Süreç buraya doğru evriliyor.
Sonuç
AKP-MHP ittifakının atacağı her politik adım kendi iktidarları için önemli bir risk taşıyor. Ekim-Kasım ayları içerisinde hem AKP için hem de Türkiye’nin iç politik geleceği için önemli gelişmeler yaşanacaktır. Güvenlik Bölge ve Suriyelilerin gönderilmesi kararı, demokratikleşme paketleri ve hatta ekonomide iyileştirmeler, iktidarı kurtarmayacak gibi görünüyor. Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra, atılacak adımların sanıldığı gibi ciddi bir etkisi olmayacak.