Aktüel Yorum

Hiçlik, Hiçlik Değildir

Yaşam zorlaştıkça itirazlar da eksik olmuyor. İnsanlık, siyasal mücadele yanında felsefe, bilim, sanat ve şiirle de bu mücadelede yerini almaya çalışıyor. Özellikle entelektüel etkinliği, boş bir hobi olarak düşünmeyen kesimler için söylüyorum bunu. Böylesi bir şairden söz ediyorum aynı zamanda. Geçen yıl şiir kitabını edinmiştim ama bir yorum veya analiz yazma imkanı bulamamıştım. “Çağın Duygusu” adlı bir eserdi. (Ali Eşki, Kafekültür Yayıncılık, 2020). Şimdi yeni bir kitabı daha çıkmış, buluşunca onu da imzaladı bana. Bu yazıda bu şiir kitaplarından söz edeceğim.

Kavramların tek yapılı ve sabit anlamlı olmadığını söylüyoruz. Üstelik kavramların da, canlılar gibi fiziksel nesneler gibi tarihi olduğunu ileri sürüyoruz. Kavram veya kavramsal düşünce deyince öncelikle felsefe akla gelir. Sanat ve şiirde ise kavramın yerini imgeler, dizeler, tasvirler alır. “Hiçlik, Yıkım ve İsyan” adlı şiir kitabına bakınca aklıma ilk gelen düşünce imge ve betimleme konusu oldu (Kafekültür Yayıncılık, 2024).

Eşki’nin kitaptaki şiirlerini gerek okurken gerekse okuduktan sonra bir imge gezintisine çıkmış oluyorsunuz. İmgesel sunumu, olgusal olanı soyutlayıp estetik tarza veyahut da sanatsal forma sokma olarak yorumlamak yanlış olmaz. İmgeler, çoğu zaman yalın düzeyde kalır. Sözünü ettiğim kitaptaki şiirler de buna örnek verilebilir. Bunun önemli bir nedeni şairin içine girdiği temaların çeşitliliğidir.

Hiçlik temasını kısmen ayrı tutarak söylüyorum, “yıkım” ve “isyan” temaları yalını gerektirir. Bu yalınlık içinde şairin imge düzeyinde kalmayı tercih ettiği, dolayısıyla simge düzeyine yükselemediği ya da bunu tercih etmediği de ileri sürülebilir. Şair, avukat Ali Eşki’nin, kitabına yakıştırdığı ismin de ne denli dinamik ve kışkırtıcı olduğunu sanırım işaret etmeye bile lüzum yoktur. Yıkımın, depremlerle bağlantılı olduğu açık olmasına rağmen sosyal yıkımlarla da bağlantısını kurmak zor olmuyor.

Hiçlik, yıkım ve isyan gibi kavramları, birer sözcük olarak ele almak onların hakkını vermemek anlamına gelir ki, bu şekliyle eser, onu eline alan her okuru kendisine çekecek niteliktedir. Konu ve tema genişliği ise okuru, bir insan, dünya ve toplum gezintisine çıkaracaktır. Temalar arasında bir diyalektik ilişki düşünmüş Eşki. Keza yerel olan deprem / yıkım teması ise evrensel olan emek teması aynı eserde yanyana sıraya girmiş. Ali’nin gözünde hiçlikten umut doğarken yenilgilerin acısı unutulur, yenilgiler fener olur, isyan ise bir ışıktır artık.

Biyografisinden de görüldüğü gibi Hatay kentinde doğmuş olan şairin, buradaki depreme yönelmesi doğaldır. Yine de deprem şiirlerine Hatay’ın optiğinden bakılmakla birlikte dünyadaki pratiklere de temas edilmiştir. Ali’nin kitabına dair konuşmaya deprem şiirlerinden başlasam da kitapta öncelikle hiçlik şiirlerine yer verilmiştir. Şiirlerin tek tema düzeyinden yazılmaya başladığını görsek de, numaralanmış bir kaç şiirden oluştuğu görülüyor. Bu tarzın tüm kitap boyunca uygulandığı anlaşılmaktadır.

“Hiçlik Yıkım ve İsyan”da modern dünyanın, insanı sıkıştırarak bir hiç haline getirdiği, bunun da depremle gelen yıkımla birlikte bütünleştiği gibi sorunsallar belirleniyor. Şair böylesi bir olumsuz gidişatı “isyan” teması ile dengelemeye çalışmış diyebiliriz. Birbirini izleyen şiirler boyunca sıklıkla dengenin bozulduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü Eşki, derdi ve sorunu olan birisi olduğu için bu durumun şiirlere yansıması doğal oluyor. Sonuçta eserdeki şiirler de derdi, sorunu olan şiirlerdir.

Dert ve sorunları kötü gidişat olarak düşünmek gerekir. Daha ilk şiirde “bir şeysizlik hüküm sürüyor” derken tam da bu derdi tespit etmiş oluyoruz. Şair dokunduğumuz tende, sıkılan ellerde, öpülen dudaklarda adeta bir hiçlik görüyor. Böylesi ortamda ışığın menziline girmek, kalpleri motive etmek zordur. Yine de şairimize göre bizi biz edecek olan, ayağa kaldırıp, bizi bir kıpırtının öznesi edecek objektif koşullar mevcuttur.

Gerek deprem şiirleri gerekse Filistin şiirlerinde de benzer bir diyalektik süreç söz konusudur. Filistin şiirlerinde taşların, umudun, ve sabrın çatlayıp çözüldüğünü izleriz. Filistin, yalnız canlı insan derinliğiyle değil, doğası ve coğrafyasıyla da imgeleşir. Bu şiirlerin, okuru Filistin tarihine taşıdığı da tespit ediliyor. Kargılardan, kılıçlardan füze gibi modern araçlar başka neyin simgesi ya da göstergesi olabilir ki?

“Çağın Duygusu”nda da benzer bir diyalektik süreç kendini belli ediyor. Şair burada bir uygarlık eleştiricisi olarak dizeler kurmuş. “Önce ve sonra” diyerek bir teknik üzerinden yapıyor bunu. Filiz veren dudakları, mutluluktan uçan aklı görüyoruz önce. Sonra da devletli, mülkiyetçi, aileci bir düzene evriliyor dünya. Sonra ışık yerini karanlığa bırakır, öz bencilin diyarında çürür, hayaller ve fikirler terk eder bedenleri. Dolayısıyla bu çıkmaza karşı emek vermek, bu dünyayla uğraşmak gerekir artık. Kitaba önsöz yazan sanat eleştirmeni Fuat Filizler de, şiirin bu işlevselliğine dikkat çekmiş ve şiirin dokunan ve değiştiren özelliğini vurgulamış. Bu anlayışa uygun olarak Ali, dünyayı düzeltmek için ne yapılması gerektiğine dair “Uğraş” adlı şiirinde ise şu dizeleri kurmuş: Cehennemden sesleniyorum sana ey sevgili / Ya hep kayıpları olacağız bu kentin / Ya da ağaç olup meydanlarında solutacağız / Seni beni tüm emeğiyle geçinenleri.” (Age, 19).

Hiçlik ve yıkım gerçekliği yanında yalnızlık ve yorgunluk olguları da çağın sorunları arasında görülüyor. Eşki’nin bu temaları belli bir düzen içinde şiirleştirmesi manidardır. Bu şiirsellik elbette ki tersten kurulmuş bir şiirselliktir. Çünkü Ali, sorunlara ilişkin yanıtları ve çözümleri olan bir şair olarak da dikkati çekiyor. Bunca sorunu alacak biricik güç emekçilerdir. Eserinin ismindeki “isyan” terimini bu bağlamda yeniden anımsatmak isterim.

Emekçi sınıfların devrimci hamleleri için isyan terimini kullanmak ne denli doğrudur, bunun da tartışılması icap eder. Zira ayaklanma, başkaldırı, savaş ve direniş gibi terimler veya bunlardan birisi, daha uygun olurdu. Bu mevzuyu geçerek söylersek Ali’nin şiirleri önceki kitabında Kürt ve Kürdistan’a dokunması ve şimdi de Filistin örneğinden hareketle anlaşılıyor ki, emekçilerin ve ezilenlerin şiiridir.

Yıkım şiirleri bölümünde daha ilk şiirde işçi sınıfının sesinin şiirleştiğini görüyoruz. İyimser şiirler ve moralize olmuş bir şair çıkar karşımıza. Topraktan, duygudan, gökyüzünden, insanlardan söz edilir. Şeysizliğe karşı isyan arayışına çıkmış bir şair vardır. Eşki, biraz da işin kolayına, estetiğin kabasına, hatta propagandaya kaçmış gibidir. Ali’nin şiirindeki zayıf yönleri de bu noktada aramak yanlış olmaz. Estetikteki zayıflık emeğin kuvvetle alışmak isteniyor. Nitekim bir emek, işçi ve isyan fetişizmi gibi düşünce öne çıkmaktadır. Bir büyük kuvvet bekleyen şair, bir de uyarıda bulunur. Şöyle ki;

“Boş hayallere kurma saatini güzelim / O büyük kuvvet gökten zembille inmeyecek / Özgürlük, beraberce / Gıdım gıdım biriken emekle gelecek” (Age, 54). Emek, mücadele, üretim ve sınıf temalarının estetik dışına itildiği günümüz koşullarında Ali’nin bu dinamiklere dokunması son derece değerlidir. Bunun yanında sanat eserindeki estetik ve politik değerler arasındaki dengenin sorgulanması gerektiği de son derece önemlidir.

“Hiçlik, Yıkım ve İsyan”da yalnızlık, yorgunluk, kolektif ve yaratıcılık üst üste gelmiş. Şair, yaşamı anlatmak ve yorumlamak yerine ona dokunmaya çalışmış. Şiirin, şiiri aştığı bir noktadır burası. Yani hiçlik, yalnızca hiçlik olmadığı gibi şiir de yalnızca şiir değildir! Bu nedenle Eşki’nin dizelerinde üretim, ihtiyaç, paylaşım gibi tarzlar kendi ölçülerinde dizelere dökülmüş diyebiliriz. Bu tarza uygun bir yol izlenirken yazar, okura da dokunmayı ihmal etmemiş. Sanat eserlerinin yaratıldıktan sonra içine sürüldükleri piyasayı / pazarı sönümlendirmeye çalışmış. Onun için kitabın değeri, ona dokunan emek ve yapılan eleştiri kadar olmalıdır. Dolayısıyla Ali’nin kitapları ücretsizdir! Şiirler alınıp satılan birer meta değil, estetik yaratımdır.

Mehmet Akkaya

1964’te Malatya’da doğdu. İlkokulu Malatya’da okudu; orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. Kocasinan Lisesi’nden sonra Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Maltepe Üniversitesi’nde Psikoloji, İnsan Bilimleri ve Felsefe Bölümü’nde yüksek lisans (master) yaptı; dil ve kültür felsefesi konusundaki tez çalışmasıyla mezun oldu. Çeşitli gazete ve kültür-sanat-felsefe dergilerinde bilim, sanat, felsefe ve politika içerikli yazdığı yazılarla biliniyor. Akkaya, televizyon ekranlarında yaptığı felsefe/düşünce programlarıyla da tanınıyor. 2008’den itibaren kitap çalışmalarına yoğunlaşan yazarımızın eserleri felsefe, bilim, sanat ve politika meraklıları tarafından ilgiyle izleniyor.
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu