![](https://www.aktuelsanat.net/wp-content/uploads/2018/01/2-4.jpg)
İdlip’te yenilen, Afrin’de zafer kazanamaz – Mustafa Peköz
Ankara, Astana görüşmelerinde kendisine büyük bir rol biçmişti. Hatta Suriye’de yeniden oyun kurucu olarak sahnede rol aldığı duygusuna kapılmıştı. Öyle ki, Radikal İslamcı Örgütleri kontrol etme görevini dahi üstlenmişti. Kafasındaki plan şöyleydi: Silahlardan arındırılmış çatışmasızlık bölgeleri oluşturulacak ve İdlip bu bölgelerin en önemli merkezi olacak. IŞİD’in tasfiyesinden sonra Türkiye’nin denetimindeki Radikal İslamcı Örgütlere, İdlip’ten özerk bir statü verilecek. Ankara da burada etkin bir güç olarak esasen Kürtlere karşı izlediği savaş politikasını daha güçlü bir şekilde yaşama geçirecekti. İdlip’in Radikal İslamcı Örgütlerin denetiminde kalacağına öyle inanılmıştı ki, Ankara, Moskova’nın her talimatını emir komuta zinciri içerisinde yerine getiriyordu.
Gelişmeler, Ankara’dakilerin bir kez daha kandırıldığını ortaya çıkarttı. Rusya, İran, Hizbullah ve Suriye askeri güçlerinin başlattığı İdlip operasyonu, AKP iktidarının hayalinde kurduğu İdlip ve Afrin projesini bütünüyle yerle bir etti. Bir kez daha aldatılmışlık duygusuyla Rusya ve İran büyükelçilik temsilcilerini Dışişleri Bakanlığı’na davet ettiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yakın dostu Putin’i aradı ama İdlip’i kuşatma operasyonunda en küçük bir değişiklik olmadı. Türkiye’nin Radikal İslamcı Örgütlerin direneceği tehdidinin de pek etkili olmadığı görüldü. Askeri ve politik gelişmelerin ortaya çıkarttığı veri şu: İdlip merkezi önümüzdeki haftalarda bütünüyle kuşatılır.
İdlip operasyonu ne gibi sonuçlar doğurur?
Birincisi, Ankara’nın Astana görüşmeleriyle Suriye’de kendisine biçtiği ‘sorun çözen devlet’ rolünün hiçbir öneminin olmadığı, sadece oyun kurucu Rusya ve İran’ın talimatlarını uygulayan ülke konumunda olduğu netleşti.
İkincisi, Türkiye’nin çatışmasız bölgelere Radikal İslamcı Örgütleri dâhil ederek, İdlip’i özerk bir bölge olarak elde tutma planı çöktü. Putin, Ankara’nın gösterdiği yoğun çabalara karşı küçük bir ödül verdi: Türk ordu güçlerinin, YPG’nin özellikle Reyhanlı sınır hattı üzerinden Akdeniz’e açılmasını engellemek için geçici bir koridor oluşturmasına izin verdi.
Üçüncüsü, Ankara, önümüzdeki birkaç ay içinde binlerle ifade edilen İslamcı savaşçıya ülke içinde yer açmak zorunda kalacak gibi görünüyor.
Dördüncüsü, İdlip’te bütünüyle inisiyatifi kaybeden Ankara, birkaç ay sonra El Bab’dan çekilme hazırlıkları yapacak ya da Putin tarafından verilecek talimatla zorunlu olarak çekilecektir.
Beşincisi, AKP iktidarı İdlip için Rusya ile asla karşı karşıya gelmez, gelemez. Mevcut durumu kabullendi. İdlip’te ortaya çıkacak askeri ve politik sonucu kabullenmek dışında bir alternatifi bulunmuyor.
İdlip’te her şeyin kontrolde olduğunu söyleyen cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemlerinin bir öneminin olmadığı ortaya çıktı. Suriye üzerinde uygulanan askeri ve politik planlardan Ankara’nın hesaba katılmadığını utangaç bir dille kabul edildi. Ayrıca bir başka önemli nokta da Ankara’nın İdlip üzerinde kuracağı hâkimiyetle Afrin kuşatmasını çok yönlü geliştirme planı fiilen boşa çıktı.
Ankara, iç politikada gerileme eğiliminde olan prestijini korumak için Kürtlere yönelik savaş söylemlerini bir üst boyuta çıkarttı. Bölgesel kaostan beslenen iktidar, iç dinamikler için bu kez Afrin’e karşı savaş açma kararı aldı. Medyaya bakılırsa birkaç gün içinde Afrin işgal edilecek, binlerce YPG’li kısa sürede yok edilecek, bölge İslamcı örgütlerin denetimine bırakılacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor ki: “Nedir? Orada 30 bin kişilik terör örgütü kurmuş. Onlara şu an itibarıyla 4800 TIR silah göndermiş. Ne gönderirsen gönder, o 30 bin kişilik kurduğun ordu orada seni tam anlamıyla temsil edemeyecek ve stratejik ortağının karşısında da kusura bakma rezili rüsvan olacaksın… Amerika, ülkemiz sınırları boyunca bir terör ordusu kurduğunu ikrar etmiştir. Bize düşen de bu terör ordusunu daha doğmadan boğmaktır. TSK, Afrin ve Münbiç meselesini halledecektir. Hazırlıklarımız tamamlanmıştır. Harekât her an başlayabilir.”
Demokratik Suriye Güçleri’nin devletleşmesi
Savaş merkezi Pentagon’un, cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tehditlerini ciddiye almadığı açık. Kendi projesini uygulamak için somut adımlar atıyor. Ayrıca Ankara’nın açık olarak fark ettiği ama kabullenemediği bir başka önemli nokta da şu ki, ABD’nin resmileşmemiş de olsa askeri sahada görüldüğü üzere Ortadoğu’daki ittifak gücü değişiyor. Ankara halen ısrarla kendisini, NATO üzerinden Washington’un stratejik ittifak gücü olarak yansıtmaya çalışıyor. Peki, ABD için durum nedir? Çok açıktır ki, ABD’nin Suriye stratejisinde YPG, fiilen kalıcı ittifak gücüdür. ABD, Suriye politikasının kalıcılığın ve başarısını YPG merkezli Demokratik Suriye Güçleri (QSD) üzerinde yürütüyor. Pentagon’un 30 bin kişilik sınır konuma gücü oluşturmasının, Ankara’yı çaresizlik içinde bıraktığı çok açıktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘dağıtırız, gireriz, yok ederiz’ söylemenin nedeni budur.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Yakın Doğu İlişkilerinden sorumlu Yardımcı Asistanı David Satterfield’in ABD-QSD ilişkilerine dair askeri, siyasi, ekonomik ve diplomatik alandaki 10 maddelik kararın, doğrudan Trump tarafından alındığını özellikle vurgulaması, Washington’un YPG merkezli QSD bölgesine yönelik stratejisini yansıtıyor.
Birincisi, Demokratik Suriye Güçleri’nin savunma bölgelerindeki askeri güçlerin düzenli orduya geçmesine, iç güvenlik için polis gücünün oluşturulmasına ve ağır silahlarla donatılan ‘yeni’ askeri gücün esasen Türkiye sınırında konumlandırılmasına karar verildi. Öyle ki, QSD’ye verilmesi planlanan konvansiyonel silahların birçoğu Türk ordusunda bulunmuyor.
İkincisi, bu gücün doğrudan ordu olarak tanımlanması, Şam yönetimine bağlı Suriye Arap Ordusu’na karşı Demokratik Suriye Güçleri’nin ordu düzeyde temsile kavuşturulmasıdır. Yani Fırat’ın batısını ve doğusunu temsil edecek iki ordu eşit düzeyde askeri konular hakkında görüşmelerde bulunabileceklerdir.
Üçüncüsü, daha önce birkaç makalemde daha dikkat çektiğim gibi, ordulaşan gücün politik karşılığı devletleşmedir. Bu bakımdan Demokratik Suriye Güçleri’nin ordulaşma hamlesi, kontrol altına alınan bölgelerin devlet düzeyde yeniden örgütlendirilmesinin en önemli adımıdır. ABD’nin uygulamaya koyduğu bu politika, Şam yönetimiyle başlayacak görüşmelerde iki devletli bir federasyon sürecine nesnel bir zemin hazırlanmasına yönelik çok ciddi bir karardır.
Dördüncüsü, ordulaşma, ABD’nin Rojava merkezli Fırat’ın doğu hattında kalıcı olduğunu gösteriyor. QSD denetiminde olan beş bölgede kurulan ABD üslerinin kalıcılaştırılması ve yaklaşık bin kişilik askerin yerleştirilmesine karar verildi. Ayrıca ABD’li diplomatların bölgeye gönderilmesini, buralarda diplomatik ofislerin kurularak işlevli hale getirilmesini sağlamak için somut adımlar hızla atılacaktır. Mesele IŞİD’in tasfiyesinin çok ötesinde, Suriye denklemindeki güç ilişkilerini mutlak bir şekilde kontrol etmeye karar verdiğini gösteriyor.
Beşincisi, Demokratik Suriye Güçleri’nin ordulaşmasının bir başka önemli noktası, Suriye’de askeri ve politik etkisi artan İran’a karşı askeri bir dengenin oluşturulmasıdır. İran’ın özellikle Akdeniz’e açılmasını engellemek, Hizbullah üzerinden İsrail’e karşı oluşturulan askeri ve politik baskıyı kırmak için Kürt merkezli ordulaşma, stratejik bir hamle olarak ele alınıyor.
Altıncısı, hükümet kurumları ve yargı sisteminin kurulmasına yardım edilmesi, bu kurumlarda çalışacak kişilere eğitim verilmesidir. Yani devletleşmenin temel organları olan yargı, yürütme ve yasama kurumlarının oluşturulması sağlanacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dostum dediği Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, “Rojava’daki mahkemeleri tanıyacağız” açıklaması da bir tesadüf değil.
Yedincisi, bugünden başlamak üzere yıkılan bölgelerin yeniden inşa edilmesi, insani yardımların düzenli olarak sağlanması, kurumsal yapıyı yönetecek hükümet bütçesinin oluşturulması ve koalisyon güçlerinin yardımı için ortak kararların alınması için uluslararası ölçekte bir dizi ortak adımın atılmasına karar verildi. Önümüzdeki birkaç ay içinde küresel kurumlar ve şirketler QSD’nin denetiminde olan bölgelerin yeniden inşasına başlayacaklardır.
Sekizincisi, QSD tarafından ele geçirilen stratejik öneme sahip petrol, doğalgaz, su gibi kaynakların işletilmesi ve kullanılması için yeni bir planlanma yapıldı. Stratejik enerji bölgelerinin kontrolü özellikle Şam ile yapılacak olası pazarlıklarda oluşturulacak bütçenin paylaşımında önemli bir faktör olacaktır.
Ankara, ABD-QSD ittifakını kırmaya çalışıyor
Soru şu: ABD’nin açık kararına karşılık Ankara, Afrin ve Münbiç’e yönelik bir askeri harekât başlatır mı?
Ankara’nın açmazı çok yönlü büyüyor. Gürlemek, tehdit etmek, “24 saatte girerim” gibi çok havalı söylemlerin ötesinde AKP iktidarının atacağı askeri ve politik adımlar ne gibi sonuçlar doğurur? ABD’nin stratejisi en azında iki parçalı federal bir Suriye’ye dayanıyor. QSD ile yaptığı anlaşmadan anlaşılacağı üzere, federal devletlerin oldukça güçlü olması hedefleniyor. Bunun temel nedeni şu; Suriye’de tek merkezli bir devletin uzun vadede yürümeyeceğini gören ABD, olası bir kopuşta bütün kurumsal yapıların işlediği bir devletin hazır olmasını stratejisi bakımından önemsiyor. Suriye’deki askeri, politik ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak Rojava merkezli devletleşmenin, sadece ABD’nin değil aynı zamanda koalisyon güçleri tarafından da kabul gördüğü anlaşılıyor. Rusya ile ABD arasında yapılan görüşmeler de QSD bölgesinin geleceği üzerine bir kısım ortak kararların alındığını gösteriyor.
Rojava’daki bu gelişlerin Ankara için önemli tehlikeler içerdiği açıktır. Sınır bölgelerinin Kürt askeri güçleri tarafından kontrol edilmesi, Türkiye’nin iç politik dengelerini tahmin edilenden çok daha ciddi oranda etkileyecektir. PKK ile yürütülen (bir bakıma) dağ savaşının, bütün Kürt bölgelerini kapsayacak şekilde yeni bir boyut kazanma olasılığı oldukça yüksektir. ABD, AB ve hatta Rusya tarafından desteklenen Rojava’daki devletleşme süreci Ankara için bir ulusal güvenlik meselesidir.
AKP’nin iktidar gücünde önemli bir kırılma oluşmaya başladı. Bütün veriler bu gerçeği ortaya koyuyor. Gücü kendi lehine yeniden tesis etmek için toplumsal dinamikleri etkileyecek bir kısım adımlar atmak zorunda olduğunu hissetmektedir. AKP, iç iktidar gücünü korumak için Afrin ve Münbiç’e yönelik kapsamlı askeri saldırılara yönelebilir mi? Mevcut veriler böylesi bir yönelimin oldukça zayıf olduğunu gösteriyor. Bu iki bölgeye yönelik bir kısım küçük çaplı saldırılara girişebilir ancak iki bölgenin askeri olarak kuşatılması pek mümkün görünmüyor. Böylesi bir durum ABD’nin ve Rusya’nın bölgesel çıkarlarıyla uyumlu değil. Bu nedenle “ABD’nin Afrin için QSD ile bir anlaşması yoktur, savunmak için garanti vermez” ya da “Rusya, İdlip’teki durumu dengelemek için Ankara’nın Afrin’e saldırmasına sessiz kalır” gibi değerlendirmelerin pek gerçekçi olmadığını, bölgedeki askeri ve politik gelişmelere denk düşmediğini söylemek gerek. Ankara, iç dinamiklerini rahatlatmak için çok sınırlı saldırılarla yetinmek zorunda kalacaktır.
Devletin bölgede dayandığı iç toplumsal dinamikler oldukça zayıftır ve bugün izlenen çok yönlü baskı politikalarına karşı bütünüyle kontrol dışına çıkacak düzeyde ciddi bir toplumsal tepki oluşabilir. Kobanê’ye karşı oluşan toplumsal tepkinin çok üstünde ani bir süreç oluşabilir.
Velev ki kapsamlı bir kara harekatı başladı
Bütün risk ve engellere rağmen Ankara, bu iki bölgeye yönelik kapsamlı bir kara harekâtı yaparsa ne olur?
Birincisi, ABD’nin bölgesel ve uluslararası baskısı tahmin edilenin üstünde yoğunlaşır. Ankara askeri, politik ve diplomatik alanda çok yönlü bir kuşatmaya alınır. Zarrab davası gibi yeni uluslararası davaların açılması gündeme gelebilir.
İkincisi, ABD, doğrudan Türk askeri güçlerine yönelik askeri operasyonlar yapmasa da, QSD’ye verdiği silahlarla ordu birliklerini felç edecek bir süreci başlatır. Ya da geçmişte olduğu gibi “bilinmeyen” düşman kuvvetlerinden gelen saldırılar yoğunlaşabilir. Türk savaş uçakları ve helikopterlerinin bilinmeyen ateşle düşürülmesi sürpriz olmaz.
Üçüncüsü, Rusya, diplomatik çözüm sürecine yoğunlaşırken, bu iki bölgede savaşın yeniden alevlenmesine izin vermez. Türk ordu birliklerine askeri müdahalede bulunmaz ama özellikle Afrin’de YPG’ye verilen ateş gücü yüksek silahlarla ordu birliklerine çok ciddi kayıplar verdirip geri çekilmesini sağlayabilir.
Dördüncüsü, YPG’nin Afrin’de, QSD’nin Münbiç’te eğitilmiş çok önemli bir askeri gücü bulunuyor. Ayrıca çok büyük bir kitle desteğine sahip. Bu bölgeleri işgal ederek QSD-YPG’yi tasfiye edemeyeceğini bilen TSK’ye veya desteklenen Radikal İslamcı Örgütlere karşı on binlerin katıldığı toplumsal bir direnişin başlaması çok yüksek bir olasılıktır.
Beşincisi, Şam yönetimi, TSK birliklerinin Suriye topraklarından çekilmesi talebini sürekli gündemde tutuyor. TSK’nin Afrin ve Münbiç’e yönelik olası bir saldırıya karşı Suriye Arap Ordusu güçleriyle QSD arasında yeni bir ittifak oluşabilir.
Altıncısı, El Bab’a 6 ayda giren TSK birliklerinin bu bölgelere girmesi oldukça zor, kalıcı olması da mümkün değil. Buralarda çok ciddi kayıplar vereceği açıktır. Verilecek kayıplara karşı, somut bir askeri ve politik bir sonuç elde etmesi de pek mümkün görünmüyor.
İşgal, tersine AKP iktidarına karşı çok ciddi bir tepkiye yol açabilir. Böylelikle yenilgiyle sonuçlanacak bir askeri işgal, iktidardaki güçlerin tasfiyesini hızlandırır. Erdoğan, iktidarını korumaya çalışırken bütünüyle kaybedebilir ve politik iktidar ilişkilerinde sürecin dışına düşebilir. İktidarın ABD ve AB ile olan ilişkileri dikkate alındığında cumhurbaşkanının izlediği politika, birçok yönden hem Türkiye’yi bölgesel ve uluslararası dengelerde bütünüyle izole edecektir hem de AKP iktidarının politik sonunu getirebilir.
Afrin’e ve Münbiç’e “müdahale ederiz, gireceğiz” gibi açıklamalar sözlü açıklamaların dışında eyleme dönüşürse, Türkiye kendisini ateşin içinde bulur ve karşılaşacağı sorunların altından kalkma şansı olmaz.
mustafapekoz65@gmail.com