İsrail’i kim ve nasıl durdurur?
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve söylendiğine göre komuta kademesinin önemli kişileri İsrail tarafından öldürüldü.
Savaşta tarafların askeri hedeflerini ve bu arada “düşman komuta kademelerini” yok etmesi savaşın gereğidir.
Fakat son iki dünya savaşı da göstermiştir ki, savaşanlar birbirlerinin devlet başkanlarını ve hükümet üyelerini öldürmeyi hiçbir zaman askeri stratejilerinin ana hedefi haline getirmemişlerdir.
Nasrallah Hizbullahı’ın sivil lideridir.
Hizbullah, Lübnan devletinin sınırları içinde geniş halk desteğine sahip olan ve Lübnan Anayasası’nın gereği olarak Şii nüfusun en büyük temsilcisi, legal bir örgüttür. Lübnan parlamentosunda ve hükümetinde temsil edilmektedir. ABD, İsrail ve kimi devletler Hizbullah’ı “terör” örgütü listesine almıştır, buna karşılık Avrupa Birliği böyle bir karar almamıştır.
İsrail’in Lübnan’ı “Hizbullah bahanesi”yle bombalaması ile, Türk devletinin “PKK’yi bahane” ederek Suriye devlet sınırları içindeki Rojava’yı ve Irak devlet sınırları içindeki Başûr’u bombalaması, her ikisinin sivilleri hedef alması arasında hiçbir fark yoktur. Erdoğan rejiminin, Lübnan’ı bombalayan İsrail’i “terör devleti” olarak ilan etmesi, Türk devletinin “terör devleti” olduğunu itiraf etmek anlamına gelmektedir.
Savaşan tarafların birbirlerinin askeri potansiyelini yok etme stratejileri savaşın doğal gereği olmakla birlikte, sivil halkı ve o halkı temsil eden sivil siyasi parti ve yönetimlerini hedef alması savaş suçudur.
Bir başka açıdan ise, tarafların birbirlerinin sivil siyasi liderliklerini hedef alması aynı zamanda barış imkanını yok etmeleri anlamına gelir. Şu anda İsrail ile Hamas ve İsrail ile Hizbullah arasında en basitinden bir ateşkes ilanı bile düşman güçlerin sivil temsilcileri arasında doğrudan ya da dolaylı anlaşmaya bağlıdır. İsrail’in Hamas lideri Haniyye’yi ve Hizbullah lideri Nasrallah’ı öldürmesi, bu devletin Filistin Sünni ve Lübnan Şii halkıyla hiçbir barış perspektifine sahip olmadığını ve savaşta amacının Filistin Sünni ve Lübnan Şii nüfusu yok etmeyi stratejik bir hedef olarak benimsediğini göstermektedir.
Ne Hamas ve ne de Hizbullah birer terör örgütü değildir.
Ancak her iki örgüt, dünyada iki karşıt sistemin, sosyalist dünya sistemi ile dünya kapitalist sistemi arasındaki mücadele döneminde sosyalist ülkelerle ittifak içindeki “ulusal kurtuluş hareketleri”nin devamcısı olduğu kesinlikle söylenemez. Her iki örgüt Üçüncü Dünya Savaşı’na emperyalist amaçlarla katılan rakip güçlerin doğrudan ya da dolaylı parçasıdır.
Şu anda asıl saldırgan güç İsrail’dir. O nedenle devrimci hareketlerin görevi saldırganı durdurmaktır. Saldırgana karşı savaşan Hamas ve Hizbullah’la devrimci güçler arasındaki uzlaşmaz ideolojik ve politik sınırlar hiçbir şekilde silikleştirilmemelidir. Bu iki örgütle somut durumlarda saldırgana karşı taktik dayanışma ve taktik işbirlikleri olabilse bile bu örgütlerin küresel ve bölgesel emperyalizmle organik ilişkileri asla unutulmamalıdır.
Şu anda Türk devleti görünüşte İsrail’i suçlamaktadır. Gerçekte ise Türk devleti İsrail’i İran’la savaşa kışkırtmaktadır. Nasrallah’ın İsrail tarafından öldürülmesini ABD Başkanı açıkça “adil” bir eylem olarak ilan etmiş, Erdoğan ise Haniyye’nin öldürülmesine açıkça karşı çıkarken, Nasrallah’ın öldürülmesine şu ana kadar en küçük bir suçlamada bile bulunmamıştır. Görülmektedir ki, Türk devleti, İsrail’in stratejik hedefini, yani İran’a karşı savaş planını desteklemektedir.
Radikal İslamcı AKP yanlısı medya uzun süredir “İran Şia emperyalizmi” hakkında ajitasyon yapmaktadır. Bunlar “Türk Sünni emperyalizmini” savunmaktadır. Böylece Türklük ve Sünnilik adına izlenen bu çizgi İsrail ve ABD emperyalizminin çizgisiyle örtüşmektedir.
Apocu Üçüncü Yol, bin bir demagoji ve dezenformasyonla karartılan durumu aydınlatmakta halklar için biricik rehberdir. Ortadoğu’da her devletin devrimci-demokrat güçleri “düşman içimizde” diyerek, kendi emperyalistleriyle mücadele etmelidir. Kendi devletlerinin düşman ilan ettiği halklarla her türlü etnik, dini ve mezhebi düşmanlığa karşı “demokratik ulus” temelinde birleşmek için dayanışma içinde olmalıdır. Ortadoğu pazarlarını küresel emperyalizmle birlikte kendi aralarında paylaşmak için bölgesel emperyalist iktidarların birbirine düşman ettiği devletleri “Konfederal Ortadoğu Ortak Evi”nde birleştirme stratejisini savunmalıdır.
Savaşın bugünkü aşamasında inisiyatif tümüyle ABD ve NATO destekli İsrail’in elindedir. Ukrayna savaşına kilitlenen Rusya ve geleneksel olarak sinsi yayılma yöntemleri kullanan Çin dahil hiçbir devlet, özellikle Müslüman Arap devletleri İsrail’in bölgesel topyekun savaş adımlarını durduracak güce ve niyete sahip değildir. Savaşın sonunda kimin kazanacağı büyük ölçüde nükleer silahların bölgede kullanılıp kullanılmayacağı sorusuna bağlıdır. Kullanılmadığı durumda İsrail’in zaferini hiçbir bölge devleti önleyemez. Ama İran nükleer silah edinirse ya da edindiyse, önlenemeyen savaş nükleer silahların patladığı gün sona erer. Bu Ortadoğu için büyük bir insanlık faciası ve ekolojik yıkım demektir.
Gerek İsrail’in zaferi, gerek İran’ın nükleer silah edinmesi halklar için böylesi bir karanlık gelecek anlamına geldiğine göre, bu açmazdan çıkış yok mudur?
Apocu paradigmanın biricik çözüm olduğunu yukarıda dile getirdim. Ama bu biricik çözümün gerçeklik kazanması için, yaşadığımız şu anda, birkaç ay içinde, zaman kaybetmeden yapılması gereken hayati bir iş var: Öcalan’a özgürlük. Paradigmanın yaratıcısı özgür olduğu gün, dört parça Kürdistan’ın elli milyonluk halkı Konfederalizm bayrağı altında birleşir, bu halkın yüzbinleri bulan silahlı öz savunma güçleri Ortadoğu’nun “barış gücüne” dönüşür.
İran bölgesel emperyalizminin uzantısı Hizbullah’tan ya da Türk bölgesel emperyalizminin uzantısı Hamas’tan NATO uzantısı İsrail bölgesel emperyalizmini durdurmasını beklemek, ölü gözünden yaş beklemeye benzer. Bunlardan her hangi birinin “zaferi” halkların yenilgisi olacaktır.
Şimdi İsrail’in saldırganlığını protesto gösterilerinin temel sloganı “Ortadoğu’da barış için Öcalan’a özgürlük” sloganıdır. Ne bir başka çıkış yolu var, ne de önümüzde zaman var.