Merdan Yanardağ’ın bozduğu konsensüs
Merdan Yanardağ, Öcalan’ı övdüğü için mi gözaltında? “Suçu ve suçluyu övmek”ten alındı ya güya? İktidar blokunun seçilmiş ve atanmış trollerinin tamamı üstüne çullandı ya, bu suçu işlediği iddiasıyla.
Yanardağ, “laflarının cımbızlanarak montajlandığını” söyledi (ki yerden göğe haklı), ne söylediğine geleceğim, ama önce saldırıyı başlatanların ne dediğine bir bakalım. Mehmet Ali Çelebi mesela, bu saf değiştirme kabiliyeti dudak uçurtan taktisyen iki lafa çok fena takılmış, sosyal medyadan paylaştı:
“Çok okuyan zeki bir filozof.”
“Tecrit uygulanan bir SİYASİ MAHKÛM.”
YANARDAĞ’IN “MONTAJLI” SÖZLERİ
Yanardağ, “Çok okuyan” diyor, “neredeyse filozof oldu” diyor ama “zeki” demiyor mesela! “Çok okuyan zeki bir filozof” lafı Çelebi’nin uydurması, montaj videoda bile yok böyle bir laf. Ama “siyasi mahkûm” diyor, doğru. Montajlı videoda “övgü”den çok başka bir şey var, önce oraya bir bakalım:
“Şimdi İmralı’ya baktığımız zaman, yani 70 yaşını geçmiş bir Abdullah Öcalan. Ve kabul etmek gerekir ki çok uzun süredir, yani 25 yıldır hapiste, kesintisiz hapiste ve tecritte olan bir kişiden söz ediyoruz. Türkiye’de en uzun süre yatan siyasi mahkûm, en uzun süre yatan. Normal infaz yasaları geçerli olsa mesela serbest bırakılması gerekir. Ev hapsi vesaire. Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin hukukta hiçbir yeri yok. Kaldırılması lazım. Biz görmüyoruz, duymuyoruz, tartışamıyoruz. O izliyor mu izlemiyor mu bilmiyoruz. Ama elinde rehin olarak tutmuşsun adamla pazarlık yapıyorsun, onun üzerinden tehdit savuruyorsun. Ne pazarlık yapıldı, ne teklif edildi, bunun karşılığında ne alındı, ne verildi, bunu bilen kimse yok. Ailesi ile bile görüşemiyor. Avukatları ile görüşemiyor. Böyle bir infaz düzeni olabilir mi ya? Şimdi bunların hiçbiri uygulamıyorsunuz Abdullah Öcalan için. Çünkü Abdullah Öcalan hafife alınacak birisi değil. Çok okuyan, nerdeyse cezaevinde filozof oldu, çünkü okumaktan başka bir şey yapmıyor.”
SUÇU ÖVME SÖZ KONUSU BİLE DEĞİL
Önce temel suçlamaya bakalım: Bu laflarda herhangi bir “suç”un övgüsü yer almıyor, dahası Öcalan’ı “suçsuz” değil, “suçlu” da kabul ediyor, “mahkûm” diyor, hükme itiraz etmiyor; yani ceza verilmiş suçu reddetmiyor, övmüyor. “Suçu ve suçluyu övme” suçunun gerçekleşebilmesi için öncelikle işlenmiş suçun övülmesi gerekli, bu montajlanmış halinde bile böyle bir övgüden eser yok. Suçluyu övmeye gelince, bu konuşmada “övme” olarak alınacak tek laf, “hafife alınacak biri değil” lafı, ama bu suç için yetmez çünkü “suçlunun, suçu nedeniyle övülmesi” gerekir, burada o yok. Çok okuma, “neredeyse filozof olma” ise “övgü” değil, ironik yergi olarak bile alınabilir.
Bu laflar “övgü” ise daha önce AK Parti’den değişik düzeylerden birçok kişi ve AK Parti’yi destekleyen birçok gazeteci, akademisyen filan kat kat fazla övgü içeren sözler söylediler. Fakat belli ki iktidar mensuplarını öfkelendiren, trol şebekelerini ve polisiye-adli şebekeleri harekete geçirten şey başka bir şey.
TECRİTİ KİMLER ELEŞTİRİYOR?
O başka bir şeyin ne olduğu da gerçekte sır değil: Tecritin açık hukuksuzluk olduğunu söylemek. Bunu söyleyen çok kişi var, niye Yanardağ öfke ve hukuksuz işlem hedefi oldu? Başka söyleyenleri kabaca bir tasnif edersek durum daha berraklaşır: Bunu Öcalan’ın avukatları sürekli söylüyor. HDP yetkilileri sürekli söylüyor. HDP’li olmayan, hatta Kürt meselesinde Kürt hareketinden uzak durmayı da tercih eden az sayıda hukukçu da yeri geldiğinde söylüyor. Başka?
Başka kimse söylemiyor. Yanardağ’ın konuşmasındaki asıl eleştiri, yani “Öcalan ile kimsenin bilmediği, duymadığı pazarlıklar yapma” eleştirisi de dile getiriliyor elbette sık sık, çözüm sürecinde de getiriliyordu, öncesinde de sonrasında da getirildi. Fakat onların Yanardağ’ın eleştirisinden bir farkı var: Onlar “tecrit”in hukuki eleştirisine girmiyor, onların çoğu tecriti doğru, yerinde, uygun buluyor, tek kızdıkları “Öcalan ile görüşme”ler yapılıyor olması. Onlara göre Öcalan’a ölmüş muamelesi yapılmalı, madem idam edilemedi. Bir zamanlar MHP’ye özgü olan bu tutum bugün İYİ Parti’den Zafer Partisi’ne, CHP’li ya da CHP dışındaki ulusalcılara ve AK Parti’nin birçok üyesine göre de yapılması gereken, doğru olan bu.
ÖFKE SEBEBİ: TECRİT ELEŞTİRİSİ
Yanardağ’ın konuşması bu “konsensus”u bozuyor aslında, Öcalan ile pazarlık yapılmasını, konuşulmasını eleştiriyor, ama tecrit nedeniyle bu konuşmaların, görüşmelerin kamusallaşmasının engellenmesine ikinci bir eleştiri getiriyor. Veri olarak da “tecrit”in hukuksuzluğunu alması öfkeye yol açıyor. Yanardağ’ın pozisyonu benimsenirse, Öcalan’a bırakın sempatiyi, en ağır öfkeyi taşısanız bile tecritin kalkması gerektiğini savunmak durumunda kalırsınız, “gizli pazarlıklar” yerine konuşulacaksa “açık” konuşmaları talep edersiniz. Yanardağ’ın sözleri içinde önemli bir nokta da, “Öcalan’ın ne düşündüğünün, neyi izlediğinin, neyi izlemediğinin” bilinmemesine getirdiği eleştiri. “Hafife alınacak biri değil” derken bunu kastediyor olmalı esasen. Erdoğan da tıpkı Yanardağ gibi “Öcalan’ın hafife alınacak biri olmadığını” iyi bildiği için kimi zaman “İmralı” rumuzuyla Öcalan’ın HDP ya da başka siyasi aktörler için düşündüklerini ima yoluyla dile getirir. İşte Yanardağ’ın eleştirisi tam da bu kritik noktaya oturuyor: Böyle bir şey var mı yok mu kamuoyu bilmeli, gazeteci olarak “biz” bilmeliyiz, bunu sadece iktidar biliyorsa, bunun sonuçlarından sadece iktidar yararlanır. Tecrit Öcalan’ı sadece iktidar için araçsallaştırmaya hizmet eder.
HUKUKA DAVETİN TEHLİKELERİ
Yanardağ’ın sözlerindeki önemli nokta, yani tecrit eleştirisi, muhalefet mahallelerinde Kürt meselesinin en kritik aktörünün hukuki statüsü dolayısıyla iktidar tarafından suiistimal edilmesinin önüne geçme çabasıdır. Yanardağ, “hukuk”u vurgu yaparak, Öcalan’ı tecritte tutan ve muhalefetin de önemli ölçüde (ama isteyerek, ama siyasi korkaklık nedeniyle) paylaştığı iktidarın konforuna saldırmış oldu. Tartışmanın tecrit noktasına yaklaşmasını engellemenin, yani hukuku bu meseleden uzak tutmanın yolu da Yanardağ’ı kriminalize etmekten geçiyor. Hal böyle olunca da olası en düşük ihtimal gerçekleşmiş gibi yapılıyor, yani Yanardağ Öcalan’ı ve Öcalan’ın eylem ve düşüncelerini övmüş gibi yapılıyor. İktidar biliyor ki, muhalefet mahallesinde partilerin çoğu, yazan çizenlerin çoğu, Yanardağ’ı yani hukuku savunma cesaretini göstermeyecek, gösterirse de hukuksuz yaptırımlara hazır olacak. “Hukuku savunma cesareti” içinde olduğumuz dönemin en önemli siyasi tutumlarından biri.
TECRİT, AĞIR HUKUKSUZLUKTUR
Son söz olarak tecrit rejimi ve ifade özgürlüğü meselesine az değinmek yararlı olabilir:
Ağırlaştırılmış müebbet, “umut hakkı”nı ortadan kaldıran bir infaz uygulaması olarak anayasaya ve uluslararası hukuk normlarına temelde aykırıdır. Ağırlaştırılmış müebbettin uygulama biçimine hakim kılınan tecrit ise en küçük yönergeden başlayarak bütün hukuk anlayışına kökten aykırıdır. Öcalan’a uygulanan tecrit ise “hukuksuzluk”ları bile aşacak düzeydedir; örneğin 27 aydır ne aileden ne de avukatlarından biri ile görüşmüştür.
Bunları dile getirmek basit bir ifade özgürlüğü kullanımı değil, nasıl bir hukuki ve siyasi düzende yaşayacağımızı belirleyen bir meseledir, bir mücadeledir.
Türkiye’de hukuk bir konsensüs üstünde durmuyor, ama hukuksuzluğun temelinde güçlü bir konsensüs var, o da “Kürt düşmanlığı” konsensüsüdür. Bu konsensüse dokunan herkes, kim olursa olsun, başını belaya sokar. Merdan Yanardağ ne bir kimseyi ne de bir suçu övüyor, sadece “hukuksuzluk kaynağı” tecriti eleştirme cesareti gösteriyor, saldırıların sebebi bu. Yanardağ dahil “Hukuk” diyen herkese, “terörist” diyor çünkü en çok hukuktan korkuyor. Yanardağ ve benzer çıkışları yapan herkese “gel hukuksuzluğumuzda birleş, yoksa başına gelecekler var” diyor iktidar özetle, hem trolleri ile hem hukuksuzluk aygıtı ile.
NOT
İşte 5275 sayılı yasadaki hüküm:
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı
Madde 25- (1) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı rejimine ait esaslar aşağıda gösterilmiştir:
a) Hükümlü, tek kişilik odada barındırılır.
b) Hükümlüye, günde bir saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır.
c) Risk ve güvenlik gerekleri ile iyileştirme ve eğitim çalışmalarında gösterdiği gayret ve iyi hâle göre; hükümlünün, açık havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir.
d) Hükümlü, yaşadığı yerin olanak verdiği ve idare kurulunun uygun göreceği bir sanat veya meslek etkinliğini yürütebilir.
e) Hükümlü, kurum idare kurulunun uygun gördüğü hâllerde ve onbeş günde bir kez olmak üzere (f) bendinde gösterilen kişilere, süresi on dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir.
f) Hükümlüyü; eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve vasisi, belirlenen gün, saat ve koşullar içerisinde onbeş günlük aralıklarla ve günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilirler.
g) Hükümlü hiçbir suretle ceza infaz kurumu dışında çalıştırılamaz ve kendisine izin verilmez.
h) Hükümlü, kurum iç yönetmeliğinde belirtilenlerin dışında herhangi bir spor ve iyileştirme faaliyetine katılamaz.
ı) Hükümlünün cezasının infazına, hiçbir surette ara verilemez. Hükümlü hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbî tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam teşekküllü Devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkûm koğuşlarında uygulanır.