Aktüel Yorum

Ne yapmalı? Millet İttifakı’nın başarısı, başarısızlığı

Hâlâ burada yaşayacağımıza göre ne yapmalı, nasıl yapmalı sorusunun cevabını aramaktan vaz geçmemek lazım. İlk yapılacak şey, seçimlere bir iki yıl kala hazırlanmak değil, kaybedilen son seçimden sonra çalışmaya başlamak. Bu sabah yani.

“Çalışma” ama siyasal çalışma ne demek? Eski yollar, yöntemler, usuller, ilişki model ve tarzları günden güne çöp oluyorken üstelik, çalışmadan ne anlamalıyız? Bu seçim sürecine damgasını vuran bir fenomen aslında yol gösteren özelliklere sahip: İttifaklar.

İki ittifak tipi gördük, ikisi de çeşitli sorunlarla yüz yüze kaldı. Birincisi, “Millet İttifakı”ydı, ikinci “Emek ve Özgürlük İttifakı.” Cumhur İttifakı ise devlet imkanlarını elde tutma ve paylaşma ortaklıkları olarak zaten kazanılmış, elde edilmişin ittifakı idi ve fikir farkları, yapısal farklar filan gibi dertlerle boğuşması gerekmedi, basit bir “yiyin efendiler yiyin sofrası” idi.

TAVAN BİRLEŞİRKEN UNUTULAN “TABAN”

Millet İttifakı, iktidara karşı en geniş ortaklığı sağlama fikriyle oluştu, “benzemez”lerin buluşma, konuşma, anlaşma yol ve yöntemleri konusunda gayet başarılı da oldu. Fakat iki şey eksik kaldı, çok temel iki şey.

1- Bu partileri yönetenlerin, “tavanların” ittifakı olmaktan öteye gitmediği için, partilerin “tabanları”nın genişlemesine yol açmadı.

2- Aynı nedenle toplumda/seçmen arasında dönüşüme yol açacak gündem oluşturma ve politika üretme imkanları aramak yerine, özü belirlenmiş varsayılan toplumsal öbekler ve seçmen kümelerinin beklediği düşünülen gündemler ve politika tarzları temel alındı. Tavanların birleşmesi güzel fotoğraflara yol açıyor, ama “birleşe birleşe kazanmak” için slogandaki çokluğu sağlamak, yani tabanda birleşme peşine düşmek gerekiyor. O zaman ittifak olmaz denilebilir elbette, ama bu tarz ittifak “tavan” nutukçuluğunun ötesini de getirmez besbelli.

İTTİFAK VASATI: SOLSUZ SAĞ

Hal böyle olunca ittifakın “tutkalı” toplumsal alandaki çalışmalar, etkileşimler değil, Kılıçdaroğlu’nun yönettiği CHP’nin “milletvekili kontenjan cömertliği”ne yaslanan hesaplamalar oldu. Böylece “sosyal demokrasi” fikri cılız göründü, envai çeşit sağcılığın mecburiyet olduğu zehabı galip geldi. Yani ittifak, altı katılımcının vasatı olan bir sağcılığı aşamadı; dahası milliyetçi sağın temsilcisi İYİ Parti, bu vasatı belirledi.

Böylece ittifak, hem seçmeni dönüştüren ve hem de seçmen tabanını genişleten bir ortaklık halini alamadı, onun yerine milliyetçi/dinci sağcılığın “ülkenin temel hakikati” kabulüne yaslanan daralmış bir nutuk seti kaldı elde. Üstelik bu temel hakikatin sahiplerinden biri olma iddiasındaki İYİ Parti’nin çoğu zaman frenleyici, yer yer de saldırgan tutumu hem “sol, sosyalist ve sosyal demokrat” iddiaları ve hem de Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” başlığı altında yöneldiği Kürtlerle yakınlık kurma çabalarını sürekli tehdit altında tuttu. Siyasal bir safsata olan “kazanacak aday” lafları, bu tutumun koçbaşı olarak İYİ Parti tarafından sürekli Kılıçdaroğlu’nun kurmak istediği kalelere vuruldu. Meral Akşener’in “masa devirme” girişimi bu hamlelerin en fütursuzuydu, belki istediğini alamadı ama ittifakı “sağ”a mecbur ve teslim olma mecburiyetinde bıraktı. Birinci seçimden sonraki Zafer Partisi faciası da bu mecburiyet illüzyonunun soktuğu bir başka çıkmaz yoldu.

İKTİDAR TAKLİDİ MEDYA

Millet İttifakı’nın bu “tavandaki ortaklığı” medya stratejisine de damgasını vurdu: Yine CHP’nin etki alanında oluşan ve 2018 öncesine göre nispi ama çok önemli bir güç kazanan medya, ana tutum olarak iktidara gelindiğinde vaat edilen özgürlükçü medya anlayışını bırakın yansıtmayı, eleştirilen mevcut iktidar yönetimindeki medyanın kötü bir taklidi olarak kaldı. İçinde çok iyi gazeteciler, televizyoncular, yorumcular barındırmasına rağmen bu medya esas olarak, zaten böyle bir medya olmasa da muhalefetten yana tutum takınacak kişi ve kümelerin dışındaki toplum ve seçmen kesimlerine hitap eden mecra olmayı başaramadı. Tek örnek yeterli: İktidar medyasının, iktidarın “Kürtsüz Türkiye” stratejisinin olağan sonucu olan “HDP’siz HDP konuşma/tartışma” düşmanlığının aynısını CHP medyası da benimsedi; iktidarın “terör, terörist, terör örgütü” tanım ve söylemlerinin tamamını canı gönülden kabul etmesi de cabası.

Cumhur İttifakı sahada nasıl devlet imkanlarını sonuna kadar kullanıyorsa, medyada da aynısını yapıyordu; iki alanda da onu taklit etmek, onun sınırlarının içinde kalmak zaten yenilgiyi kabul etmek anlamına geliyordu. CHP’li izleyiciye CHP propagandası yapınca, cila olarak da İYİ Partili ülkücülerin nutuklarına mikrofon sağlanınca ne özgürlük potansiyeli artar, ne de cehennem kapılarını kıpırdatmak mümkün olur.

EV, SOKAK, MEYDAN VE KAMUSAL ALAN

Bu ittifak modelindeki temel eksikliğe ya da engellediği şeylere gelirsek: “Tavan ittifakı” olarak kendinden çok emin olduğu için, tabandaki çalışmalar yerleşim/bölge/esnaf ziyareti aracılığıyla tavandaki durumu anlatıp oraya destek istemeyle sınırlı kaldı. İktidarın, Gezi’den başlayarak, 7 Haziran sonrasında polisiye/askeri yöntemlerle, darbe girişiminden sonra buna yasama ve adliyeyi de katarak sokağı/meydanları ve kamusal alanı siyasetsizleştirme projesine itiraz geliştirme yoluna girilmedi. O kadar ki ittifak üyelerinin çalışmalarına “sokaktan” yöneltilen güdümlü saldırılara karşı sadece kınamadan ibaret cevaplardan fazlası verilemedi. Oysa sokağın meşruiyetini iade edecek mücadeleyi vermeden geri çekilmek, mevcut medya imkanlarına mahkûm kalmak demekti.

CHP’nin ürettiği medya ne kadar etkili olursa olsun, iktidarın kurduğu medya ağı gerçeği perdelemeyi bırakın, “alternatif gerçek üretme” kapasitesine ulaşmış durumda. İttifakın derdini, uğradığı saldırıyı ve haksızlığı anlatabileceği “medya” ise iktidarın denetim alanının zaten dışında olan kesimlere seslenmekten fazlasını yapma gücü ve fikrine sahip değil. Sokağa siyasal itibarını iade etme yolu açılmadan, her yeri zapturapt altında tutan bir iktidarla mücadele imkanları da kalmaz. Bunun için de sokaktan çekilmek, sokaktan kaçmak değil, sokakta var olmanın yolunu bulmak şart. Ev ev, sokak sokak, meydan meydan örgütlenme ve oralarda örgütlü kalma çabası olmadan gidilecek fazla yol yok.

TOPLUMLA BİRLİKTE POLİTİKA ÜRETME

Mümkün bir diğer siyasi çalışma biçimi ise zaten hiç yapılmayan: Tanımlı toplumsal kesimlerle ilişkiler. İşçiler arasında, köylüler arasında, göçmenler arasında, içinde ve onlarla beraber çalışma. “Esnaf ziyareti” sevdasının bazı makul yanları varsa bile, “esnaf” vurgusunun bolluğu oraya gelene kadar var olan çok geniş kesimlerin siyasetten dışlandığının ya da ihmal alanında tutulduğunu gösteriyor zaten. Mevcut sendikaların, meslek örgütlerinin, toplumsal örgütlenmelerin zayıflatılmış, tasfiye edilmiş olması ya da yozlaştırılmasına üzülmek yetmez, yenilerini kurmak, alternatiflerini üretmek, ikame örgütlenmelere gitmek gerek. İktidarın, tasfiye ettiği ya da yozlaştırdığı örgütlerin yerini bazen STK görünümlü, çoğu zaman doğrudan tarikatlarla, güdümlü STK’larla doldurmasına küfretmekle seyirci kalmak aynı şey, doğru ve gerekli olan onlarla rekabet edecek örgütlenmelerin peşine düşmek. “Çocukları tarikatlara emanet ediyorlar” diye feveran etmek doğru elbette, fakat hiçbir işe yaramaz; mesela çocukların emanet edilebileceği yerler, kurumlar, kuruluşlar oluşturmak da gerekli. Yani, iktidarın oluşturmak istediği, sınırları ve niteliği belli toplumsallığa karşı, o isteğin sınırlanmasını sağlayacak alternatif toplumsallıklar üretme mecburiyeti var. Sevgili Hacer Foggo’yu alıp (üstelik seçilmeyecek yerden) aday göstermek işi “tavan”a bırakmanın en iyi sembolü; oysa yapılması gereken hem Hacer Foggo’nun hem de benzer işler yapabileceklerin güçlendirilmesi, desteklenmesi, sayılarının ve etkilerinin artırılmasının peşine düşülmesi olmalı.

Devam edeceğim. Daha çok konuşulacak şey var. Elbette Emek ve Özgürlük İttifakı ve HDP/Yeşil Sol’a da geleceğim.

NOTLAR

1) Seçimin sonuçlarını “Suriyeliler” filan belirlemedi, “yabancı vatandaşlar” hiç belirlemedi. Bu argümanlara sarılanlar, sonuçları belirleyenlerin ön saflarında yer alanlar olabilir ama. Sadece iktidarla yarışacak nitelikteki ayrımcı, ırkçı, düşmanca tutumları nedeniyle değil, çalışma gereğinin yerini düşmanlık fikirleriyle doldurdukları için de.

2) Kürtler sandığa gitmediği için böyle oldu diyenler, başını iktidarın çektiği Kürt düşmanı partinin sıradan üyelerinden başka bir şey değiller. Bu iki grubun ortak özelliği aynı: Gerçekleri görmek ve değerlendirmek yerine, kinlerini, düşmanlıklarını gerçek yerine koyarak sonuç alma peşindeler. Yoksa, gerçekten sayılara baksalar durumun böyle olmadığını görürler. Bakmazlar çünkü hep alacaklı kalmak istiyorlar, borçlu olduklarını anlamak onlara göre değil.

3) CHP, dümeni sağa kıra kıra ulaşılacak bir sol toprak olmadığını, ne solu bir toprak bile olmadığını anlamış mıdır?

4) Ekrem İmamoğlu aday olsa seçimi bile göstermezlerdi muhtemelen, o davaları boşuna açmadılar. Mansur Yavaş da ikinci turu göremezdi. Sadece Kürtler oy vermeyeceği için değil, kısıtlı bir Ülkücü camia dışında bir varlık gösterme şansı olmadığı için. Yerel seçim de yakında: Görünen o ki İstanbul’da hala İmamoğlu kazanacak aday ama Ankara için durum o kadar kesin değil!

5)Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan niye bu kadar başarısız oldu? Hem iktidar partisi nezdinde hem muhalefet nezdinde niye muhalefete geçtiklerine dair inandırıcı hiçbir delil sunmadıkları için olabilir mi? “Biz iyilerdeniz” demekle “Biz oradayken her şey iyiydi” demekle delil sağlanmış olmuyor. Sorun basitçe ahlaki bir sorun olmadığı gibi dönüşümünüze inanılması için ne iken neye dönüştüğünüzün görülmesi gerekir.

6) Kılıçdaroğlu, bir ittifaka karşı değil doğrudan bir devlete karşı mücadele verdi. Bundan sonraki mücadeleler de böyle olacak. Bu mücadelenin verilmesi gerektiğine inanan herkes aynı mücadeleyi kadimden beri veregelen Kürtlere mücadele ortağı değil de düşman ya da mücadelenin sonunda tasfiye edilmesi gereken unsur gözüyle baktıkça kendi tasfiyelerini hızlandırmaya hizmet ederler.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.