Aktüel Dünya

Ölüm tedavi edilebilir bir durum olabilir mi?

Doğan Barış ABBASOĞLU

Bilim dünyası uzun bir süreden beri tıp alanında yapılan radikal araştırmaları tartışıyor. Bunlardan en önemlisi insan beyinlerini yeniden canlandırabilen reperfüzyon teknikleri. Bu teknikler kalp durmasından saatler sonra dahi bir kişinin hayata yeniden döndürülmesini amaçlıyor.

Bir insanın ölü olarak değerlendirilmesi hiçbir dönemde sanıldığı kadar kolay olmamıştır. Antik Yunan’daki hekimler için ölüm solunum durduğu an gerçekleşen bir durumdu. Bunu doğrulamak için öldüğü düşünülen kişinin burnuna mum tutulurdu. Alevde bir titreşim olmazsa kişinin öldüğüne karar verilirdi. Bunu takip eden dönemlerde iğne batırma ve parmağını ateşe tutma gibi yöntemler denendi.

Orta Çağ boyunca o kadar çok mezarda uyanma hikayesi vardı ki çoğu toplumlar ölülerini 7 gün boyunca bekletip çürüme işaretleri verdikten sonra gömmeyi gelenek hale getirdi. Bu korkuları ticarete döken uyanıklar da oldu. Onyıllar boyunca havalandırma boruları olan ya da mezarın üstüne takılan bir zili çalma mekanizmasına sahip tabutlar üretilip satıldı.

Günümüzde de bir hastayı ölü olarak tanımlamak, özellikle yeniden canlandırma tekniklerinin ilerlemesi nedeniyle artan bir şekilde zorlaşıyor. Son yıllarda yapılan araştırmalar bu durumu kolaylaştıracağına çok daha karmaşık hale getirdi. Hatta kimi araştırmacılara göre ölüm bazı hallerde “tedavi edilebilir bir durum” bile olabilir.

Ölümden dört saat sonra canlandırılan beyin

New Scientist dergisinin son sayısından Helen Thomsom tarafından kaleme alınan yazıda “ölü” dokuların yeniden canlandırılmasını amaçlayan reperfüzyon teknikleri ayrıntılarıyla anlatılıyor.

Bundan beş sene önce Yale Tıp Fakültesinden Zvonimir Vrselja ve ekibi yerel bir mezbahadan kesik bir domuz kafasını aldı. Kafanın ekibin eline geçmesi dört saat kadar bir süre almıştı. Kafatasından beyni çıkaran doktorlar beyin damarlarına özel koruyucu bir madde kokteyli pompalayan makinayı çalıştırdıklarında inanılmaz bir şey oldu. Beynin korteksi griden pembeye döndü. Beyin hücreleri proteinler üretmeye başladı. Nöronlar canlı hallerinden ayırt edilmesi mümkün olmayan nitelikte çalışmaya başlayarak hayata geri döndü. Kalp durduktan bir süre sonra asla yeniden oluşamayacağı düşünen faaliyetler eski haline döndü.

Vrselja’nın deyimiyle domuzun beyni tam olarak canlı değildi ama kesinlikle ölü değildi.

Ekibin uyguladığı teknikler aslında hali hazırda beyin ölümü gerçekleşmiş hastaların organlarının korunması için belli bir düzeyde kullanıyor. Araştırmacılar yapılan deneylerden elde edilecek tecrübelerle, ölümün eşiğindeki insanların artan oranda kurtarılabileceğini düşünüyor.

Geri döndürülemez?

Günümüzde doktorlar bir insanın ölümünü kalp atışları ve solunumun geri döndürülemez bir şekilde durması olarak tanımlıyor. Burada anahtar kelime “geri döndürülemez”.

Yakın geçmişe kadar kalbin durmasının ardından beyindeki aktivitenin de kısa bir süre içinde azaldığı ve sonra da durduğunu düşünüyorduk. Bu görüşe göre oksijenden mahrum bırakılan beyin ise 5 ila 10 dakika içinde onarılmaz bir şekilde hasara uğruyor.

Michigan Tıp Fakültesinden Jimo Borjigin, 2023 yılında yapılan bir araştırmada ölmek üzere olan dört kişinin yaşam destek üniteleri kapatılmasından önce ve sonra beyin aktivitelerini analiz etti. Klasik görüşe göre beyin aktivitelerinin kalbin durmasının ardından azalması bekleniyordu. Ama ekibin ulaştığı sonuçlar çok farklıydı. Aktivitede azalma yerine tüm beyin yanıyor gibi görünüyordu.

Hastaların ikisinde yaşam destek ünitesi çalışır durumdayken aktivite gözlemlenmeyen beyin bölgeleri, ünite kapatılınca harekete geçti. Bilincin açık olduğuna işaret olan gamma dalgaları adı verilen yüksek frekanslı beyin dalgalarının da çalıştığı görüldü. Hafıza ve algılama ile ilişkili olana benzeyen senkronize aktivite 6 dakika kadar sürdü. Bazı beyin bölgeleri aniden kalbe sinyal göndermeye çalıştı. Bu faaliyet dalgaları önce azaldı, sonra üç kat yoğunlaştı; bazı bölgelerde faaliyet, bireyin kalbinin atmayı bıraktığı ve artık nefes almadığı zamana kıyasla 12 kat daha fazlaydı.

Ekibe göre ölmekte olan beyin büyük bir kurtarma çabasına giriyor ve eğer bu mekanizma iyi anlaşılırsa bu kişilerin ölümden döndürülebileceğine inanıyor.

Beyin hasarının nedeni

Geleneksel olarak doktorlar beynin 10 dakikadan fazla oksijensiz yaşamayacağına inanıyor. Çünkü tecrübeyle sabit ki 10 dakikadan fazla solunumu duran hastalar hayata döndürüldüklerinde büyük beyin hasarlarıyla uyanıyor.

Ancak bu durumun tek sorumlusu beynin oksijensiz kalması değil. Beyine oksijen gidişinin durmasıyla hücre ölümlerinin başladığı doğru ama beyin asıl büyük hasarı, kalp yeniden çalıştırılıp oksijensiz kalan beyine bol miktarda oksijen gelmesiyle yaşıyor.

Konuyla ilgili yaptığı araştırmalarla tanınan Friedheim Beyersdorf, organların oksijensiz kaldıktan sonra uğradıkları hasarın önce tedavi edilmesi gerektiğini ve sadece kanı geri pompalayarak eskisi gibi çalışmalarının beklenemeyeceğini anlatıyor.

Araştırmacılara göre kalp ve solunum durmasının ardından yapay bir kanın kullanılması hücre hasarını geri çevirebilir ve nakil için daha fazla organı kullanılabilir halde tutar. Hatta bu yöntem kalp krizi ve felçleri tedavi edip, ölümü dahi tersine çevirebilir.

Vrselja ve ekibinin izlediği teknik, beyin kanaması sonrası hasarların tedavisini amaçlayan bir ilaç kokteylinin, hücre pH’larını dengeleyen moleküller, bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar ve antibiyotiklerle desteklenmesini içeriyor. Bir diyaliz makinasını modifiye eden ekip bununla bilinç noktasına kadar olmasa da bir domuz beynini canlandırdı. Etik nedenlerle ekip bilincin gerçekleşmediğinden emin olmak için elektriksel aktiviteyi engelleyen ilaçlar da kullandı.

Bugün asıl büyük soru söz konusu işlemin bir insan beyni üzerinden yapılıp yapılamayacağı. Etik kurallar bu deneyin birçok boyutuna izin vermiyor ve ölü bir insanın beyni ekip tarafından kullanılamıyor.

Vücuttan ayrılmış bir beynin bilinç durumuna kadar getirildiğine neler olacağını kimse bilmiyor. Bir bilim kurgu senaryosu gibi duran bu girişimin  -korkutucu olsa da- ölümün yeniden tanımlanması ihtiyacını doğuracak kadar büyük sonuçları olabilir.

CARL kalp ve akciğer fonksiyonlarını devralıyor

Bu tartışmalar bir taraftan ilerlerken Almanya’nın Freiburg Üniversitesinde de “CARL” adı verilen bir reprefüzyon makinesi geliştirildi. 10 yıldan uzun süren araştırmaların ardından denenmeye başlayan makine, kalp ve akciğer fonksiyonlarını geçiri olarak devralıyor ve vücuda hemoglobin ve organları hasardan koruyan 13 bileşenden oluşan bir kokteyl veriyor.

CARL’ın deneme sürecinde kalp krizi hastalarında yüzde 42lik bir sağkalım oranı sağlandı. Normalde bu oran yüzde 10 civarında. 2023 yılından bu yana kullanılan CARL, ABD’de ise henüz onay aşamasında.

CARL’ın etkinliği vücudun ani ölümünün ardından kademeli bir şekilde hayata döndürülmesi yaklaşımının çok daha başarılı sonuçlar verebileceğini gösteriyor.

Bilim insanları CARL daha yaygın olarak kullanıldıkça, insan organlarının oksijen olmadan ne kadar süre hayatta kalabileceğinin görüleceğini belirtiyor.

EB / Aktüelsanat

portal için içerik derleyici
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu