Özerk Yönetim’den, laiklikten ne haber?
Avrupa Topluluğu’nun merkezinde bulunan Belçika, bir yandan Korona salgınının ve iklim değişiminden kaynaklanan büyük sel felaketinin sosyal ve ekonomik yaşamda yarattığı büyük hasarı telafi etmeye çabalarken, öte yandan ülkenin üç toplumlu ve üç bölgeli federatif yapısını 2024 yılından itibaren daha rasyonel ve hakkaniyetli kılmayı amaçlayan yoğun bir siyasal hareketlilik yaşıyor.
Bilindiği gibi, federatif yönetim tarzının en gelişmiş örneği olan Belçika’nın kuzeyinde ve Brüksel’de Flamanca konuşanların Flaman Topluluğu, güneyinde ve Brüksel’de Fransızca konuşanların oluşturduğu Frankofon Topluluğu, doğu sınırında da Almanca konuşanların oluşturduğu Alman Topluluğu mevcut.
Buna paralel olarak, ekonomik ve sosyal konularda söz ve karar sahibi üç farklı bölge yönetimi daha mevcut… Kuzey’de Flaman Bölgesi, güneyde Valon Bölgesi, merkezde Brüksel Bölgesi…
Özetle, 10 milyonluk bu ülkede, biri dış politika, savunma ve maliye konularında yetkili federal meclis ve hükümet olmak üzere tam üç ayrı topluluk parlamentosu ve hükümeti, üç de bölge parlamentosu ve hükümetine sahip, yedi parlamentolu ve yedi hükümetli bir sistem mevcut.
Bu ikili yapı pratikte birçok sorun yarattığı için topluluk yönetimleriyle bölge yönetimlerinin 2024’ten itibaren birleştirilmesi, ülkede sadece dört bölgeli bir sisteme geçilmesi düşünülüyor: Kuzeyde Flaman Bölgesi, güneyde Valon Bölgesi, merkezde Brüksel Bölgesi, doğuda Alman Bölgesi… Flamanlar bu konuda ilk adımı atarak, son seçimlerden bu yana kendi topluluk yönetimleriyle bölge yönetimlerini birleştirdiğinden, parlamento ve hükümet sayısı şimdiden 6’ya düşmüş bulunuyor.
Yarım yüzyıla yakındır yaşadığımız, sosyal ve kültürel yaşamına aktif olarak katıldığımız Belçika’nın geleceğiyle ilgili tartışmalar bittabi bizleri de çok yakından ilgilendiriyor. Ama asıl büyük ilgiyle izlediğimiz, Türkiye’de yaklaşan seçimlerden yararlanarak cumhuriyetin 100. kuruluş yıldönümünde islamo-faşist AKP-MHP diktasının yıkılıp yerine gerçekten demokratik bir düzen kurulup kurulamayacağı konusunda giderek daha da yoğunlaşan tartışmalar.
Bu planda kapanan haftanın en önemli gelişmesi, hiç kuşkusuz, diğer beş siyasal partiyle “güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş” ittifakı oluşturmuş bulunan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “müstakbel cumhurbaşkanı” adaylığına Kürt seçmenlerin desteğini de garantileyebilmek için gerçekleştirdiği Diyarbakır seferiydi.
Kılıçdaroğlu’nun ziyaretleri ve konuşmalarıyla ilgili haberleri ve yorumları dikkatle izledim. Altı partinin 28 Şubat’a denk getirilen görkemli toplantısında kamuoyuna açıklanan Mutabakat Metni’nde Türkiye’nin gerçekten demokratikleşmesi için yaşamsal önem taşıyan Özerk Yönetim konusu es geçilmişti. Belki de birisi MHP’nin, ikisi AKP’nin, bir diğeri de MSP’nin ideolojik ve politik damgasını taşıyan ortakları rahatsız etmemek için… Acaba Kılıçdaroğlu Diyarbakır seferinde bu konuda Kürt yurttaşlara tatmin edici bir açıklama yapabilecek miydi?
HDP’nin yöneticileri, milletvekilleri, belediye başkanları, düşünürleri, militanları yıllardır Özerk Yönetim mücadelesi verdikleri için tutuklanma, görevden alınma, dokunulmazlıkları kaldırılarak yıllarca zindanda yatırılma zulmü altında değil miydi?
Özerk Yönetim sistemine geçilebilmesi için, her şeyden önce buna temelden engel olan Anayasa’nın ilk dört maddesinde değişiklik yapılması gerekirdi…
Ama Kılıçdaroğlu Diyarbakır’a gitmeden çok önce, 6 Mart günü Halk TV’de Fikret Bila ile söyleşisinde noktayı zaten koymuştu: “Anayasanın ilk dört maddesi ortak noktamızdır. Bunu defalarca söyledim. Anayasanın ilk dört maddesi bizim kırmızı çizgimizdir.”
Oysa, HDP Milletvekili İmam Taşçıer, 7 Aralık 2021’de TBMM’de yaptığı konuşmada sorunu net olarak ortaya koymuştu: Anayasanın ilk dört ile 40 ve 41’inci maddesi değiştirilmezse, bazı kanunlardaki çekinceler kaldırılmazsa, Kürt sorunu tartışılamaz” demişti.
Unutulmasın… Özerk Yönetim’in Kürt ulusu için ne denli yaşamsal olduğu, HDP’nin programında şöyle ifade edilmişti:
“Partimiz, halkların ihtiyaç duyduğu özerklik modellerinin ve kendi kendilerini yönetmelerine olanak sağlayacak demokratik yönetim biçimlerinin geliştirilmesi ve yaşam bulması için mücadele eder. Partimiz, yerinde ve yerelde yönetimi kapsayan, demokratik ve özerk yerel yönetimlerin hem Kürt halkının taleplerinin yerine getirilmesinde hem de Türkiye’nin demokratikleşmesinde, toplumsal barışın gerçekleşmesinde, halkların özgür ve gönüllü birliğinde önemli bir rol oynayacağını savunur. Emekçilerin ve halkların eşit ve özgürce yaşadığı demokratik bir cumhuriyete ulaşma yolunda Kürt halkının kendi deneyimlerinden hareketle geliştirdiği demokratik özerklik hedefini Kürt sorununun çözümünde önemli bir uğrak olarak değerlendiren partimiz, Türkiye’nin demokratikleşmesi, halkların özgür ve gönüllü birliği için demokratik özerklik anlayışının sunduğu imkanların bütün ülkede yaşam bulması için mücadele eder.”
Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır gezisindeki tutumunu ve konuşmalarını, yaptığı toplantıların ikisine bizzat katılmış olan Artı Gerçek yazarı Nurcan Kaya, dünkü yazısında çok iyi değerlendiriyor:
“Sonuç olarak, Kürtler bu ziyaret sırasında söylenebilecek ne varsa söylediler. Yapılması gereken her eleştiriyi de yaptılar. Muhatapları ana muhalefet lideri ve belki de geleceğin cumhurbaşkanıydı. Dolayısıyla, bu görüşmelerin anlamlı olduğunu ve siyasi aktörlere sorunları ve talepleri anlatmanın bir insan hakları mücadelesi biçimi olduğunu düşünüyorum.
“Kılıçdaroğlu ise mutabakat metninde yazılanları ve başka bir takım önemli şeyler anlattı ama Kürtler için kırmızı çizgi denilebilecek konular olan Kürt sorununun çözümü, anadilinde eğitim, geçmişle yüzleşme gibi konularda tatmin edici cevaplar vermedi. Kürtlerin ve farklı kimliklere sahip toplulukların iktidarın ve rejimin değişmesi halinde eşit ve özgür bireyler ama aynı zamanda kolektif haklara sahip halklar olarak yaşayacaklarını düşündürecek bir şey söylemedi.
“Kılıçdaroğlu, 6’lı ittifakı bir arada tutmak için bazı şeyleri söylemekten imtina mı etti yoksa CHP’den bundan daha fazlasını beklemek mümkün değil mi, bunu zaman içinde göreceğiz.”
Akademisyen Cuma Çiçek, Kılıçdaroğlu’nun kaypak tutumunu 12 Mart 2022 tarihli Evrensel’de net şekilde ortaya koyuyor: “CHP’nin çözüm kapısını gösteren ama kapıdan ötesinden de bahsetmeyen bir pozisyonu var. Çözeceğim diyor ama nasıl çözecek? Kürtlerin somut talepleri var. Ana dilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kendisini yönetme, maddi kaynaklarını yönetme gibi. Ankara’da merkezi yönetime dahil olma gibi talepleri var. Silah meselesi var, şiddeti nasıl çözecek CHP? Rojava meselesinde pozisyonu ne? Kürt meselesinin jeopolitik dinamikleri var, IKBY ile nasıl bir ilişki öngörüyor? Tutuklu insanlar var, bir o kadar da yurt dışında var. Kürt meselesinde gelecek inşa edici, siyasal ve toplumsal talepler var. Bölge’nin 1932’den bu yana bir geri bırakılmışlığı var, bir kaynak bölüşümü sorunu var. Kaynaklar nasıl adil bölüşülecek? Bu eşitsiz kaynak dağılımının giderilmesine dair CHP’nin pozisyonu ne? Bu sadece tarımı destekleyerek olacak bir iş değil. Daha kapsamlı, bölgesel bir kalkınma, gelişme yeniden kaynak bölüşümü meselesi var. Meselenin ağır boyutları var.”
Kılıçdaroğlu, bir yandan AKP’nin seçmenlerini yanına çekebilmek, öte yandan ortağı sağcı partileri rahatsız etmemek için Laiklik ve Diyanet konularında da tam bir teslimiyet içinde…
İhsan Çaralan, 9 Eylül 2021 tarihli Evrensel’de uyarmıştı:
“Bugüne kadar Erbaş’ın çeşitli vesilelerle laiklik karşıtı açıklamaları oldu. Ayasofya’nın açılışının hemen arkasından, bir gösteriye dönüştürülen cuma namazında (24 Temmuz 2020), Erbaş’ın, hutbe okuduğu minbere bir şeyhülislam edasıyla kılıç kuşanıp çıkması sert tartışmalara yol açsa da kısmi çıkışlar olarak görüldü, tepkiler de ona göre sınırlı kaldı.
“Ancak 30 Ağustos’tan başlayarak aldığı tutum, laiklik etrafında kendine yapılan eleştirilere meydan okuyan bir tarzda oldu. İsteklerini dinin Allah’la kişi arasında kalmayıp hayatın bütün alanlarını kapsaması gerektiğine kadar götüren Erbaş’ın adını koymadan ama herkesin açıkça anlayacağı biçimde şeriat düzeni istemesi, tartışmaların çıtasını da yükseltti!
“Bu yüzden eleştiriler de Erbaş’ın ‘Erdoğanizma’nın 2. Adamı olduğu, ‘Erdoğan sonrasında liderliğe ve Cumhurbaşkanlığına oynadığı’, ‘Diyanet işleri başkanı değil şeyhülislam olmak istediği’ne kadar götürüldü.
“Gerçek laik devletlerde Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum yoktur. Bizde de Diyanet İşleri Başkanlığı, ‘baş aşağı’ duran sakat laiklik anlayışının eseridir ve gerçek bir laiklik için de kaldırılması gereken bir kurumdur.
“Bu yüzden de demokrasi güçlerinin, ilerici demokrat çevrelerin, bütün bu gelişmeleri doğru değerlendirerek gereğini yapan bir mücadele çizgisinde hareket etmesi Diyanet İşleri Başkanı Erbaş üstünden atılan bu son adımdan sonra daha da önem kazanmıştır.”
Ali Sirmen de 4 Mart 2022 tarihli Cumhuriyet’teki “Laiklik olmazsa demokrasi de olmaz” başlıklı yazısında uyarıyor:
“Doğrusu bunları söylemek istemezdim. Başlangıçta, çok kişi gibi beni de umutlandıran altı partinin bir araya gelerek güçlendirilmiş parlamenter sistem ile demokrasiye geçme gaye birlikteliğinin açıklanması üzerine yarınlarımız açısından daha umut aşılayıcı şeyler yazmak isterdim; bugünleri o iştah ile bekliyordum. Ama ne yazık ki olamadı.
“Altı partinin ortak çalışmaları konusunda doğru bir düşünce edinebilmek için merakla beklenen metne önce laiklik açısından bakmakta yarar var. Çünkü Türkiye’yi geleceği ve varlığını tehdit eden büyük sosyo ekonomik, politik, toplumsal çöküntünün derin çukuruna atan, her eylemi ve söylemiyle aydınlanmacı laik Cumhuriyetin kurum, kural ve kavramlarını parça parça etmeye ahdettiğini herkesin gözüne sokan AKP, bu yıkımı, özellikle demokrasinin onsuz olmazı laikliğe saldırarak oluşturmuştur.
“Milli Eğitim ve de diğer bakanlıklarda AKP’nin iktidar döneminde cirit atan tarikat ve cemaatler, laiklik ve Cumhuriyet karşıtlığını Atatürk düşmanlığıyla birleştirerek açıkça sergilemekten çekinmeyen ve bugün artık ‘laik Cumhuriyetin!’ fetva makamı haline gelmiş bulunan Diyanet’e de egemen olmuş ve Milli Eğitim, Diyanet ve tarikat-cemaat üçgeni, tümüyle denetim altına alınan bağımsızlığı kalmamış sözde yargının da yardımıyla kol kola demokrasiyi ve onun onsuz olmazı laik Cumhuriyeti gömme yolunda dev adımlarla ilerlemeye başlamışlardır. Bu gidişi tersine çevirmeden, demokrasiye geçiş mümkün değildir.”
Kılıçdaroğlu ve ortaklarının gerek Özerk Yönetim, gerekse Laiklik konusunda hiçbir umut vaad etmeyen tutumu iyice ortaya çıkmıştır.
Bu konuda umut HDP ve sol partilerin oluşturmakta olduğu Demokratik Cumhuriyet ittifakındadır.