Aktüel Yorum

Rojava’yı savunmak insanlık değerlerini savunmaktır

Günümüz toplumlarında bütün rejimler hangi ideolojik formasyonla iktidarda olurlarsa olsunlar kendilerini toplumdan rıza almak zorunda hissediyorlar. Çünkü halka dayanmayan hiçbir rejim uzun süre ayakta kalamaz. İşte tam da bu noktada ideolojik alan/mücadele öne çıkmaktadır.

Özellikle Türkiye’de devletin bizzat kendisi en önemli ideolojik kurumdur. Devlet Türkiye’de kendi varlığını korumak ve iktidarını sürdürebilmek için oluşturduğu Diyanet, üniversiteler gibi kurumlarla, bizzat kendi varlığına toplumsal bir karşılık yaratmaya çalışır. Teolojik devlet yönetme hakkını, iktidarını dinden alır, monarşik devlet ise tanrı tarafından seçildiği iddia edilen bir ailenin malıdır.

Her ikisinde de halk olmadığı için iktidar mücadeleleri daha çok saray darbeleri, entrikalar biçiminde gelişir. Halbuki gerçek demokrasilerde politikanın merkezinde halk vardır ve politika esas itibariyle insanların bir araya gelerek ortak sorunlarına birlikte çözüm aradıkları bir süreçtir.

Her kim ki politikayı bu gerçek amacından saptırıyorsa, bilin ki o çabanın arkasında net olarak bir çevrenin çıkarlarını politik sistem içerisinde en üst düzeye çıkarma çabası vardır. Dinin ısrarla politik alanın bir aracı haline getirilmesi, ulus- devlet ve onun kodladığı ilkel milliyetçilik de aynı şeyi yapar.

Erdoğan’ın elinde milyonlarca insanın kutsal kitabı olan Kuran’ı sallaması, ısrarla “türbanlı bacılarımız” yalanı, bir yandan İsrail’le çok yoğun çıkar ilişkilerine girip, diğer taraftan “Filistinli kardeşlerimiz” yalanının ardına sığınması hep bunun sonucudur.

Son yirmi iki yıllık AKP iktidarı Türkiye’de sermaye ilişkilerini önemli ölçüde değiştirdi. Bundan sonra AKP iktidarını kaybetse de onunla semirmiş iktidar çevreleri Türkiye’de geniş halk yığınlarının çıkarlarını esas alan gerçek bir halk demokrasisi inşa edilene kadar mevcut egemenlik ilişkilerinin ortağı olmaya devam edecekler.

Ortadoğu’nun şansızlığı; bölge ülkelerindeki iktidarların tamamı farklı dünya görüşlerine sahip olsalar bile, aynı metotlarla iktidarlarını sürdürüyorlar. Hiçbirinde halk yok; bu rejimler için halk sadece kendi iktidarlarını meşrulaştırmak için kimi zaman sanki rızasını alıyormuş gibi yaptıkları bir insan topluluğudur.

Eğer Türkiye’de gerçekten halkın katılımını esas alan bir demokrasi olsaydı iktidar sahipleri semirirken, Türkiye’de yoksul halk yığınları bir parça ekmeğe muhtaç hale gelmezdi.

Çalışanların yüzde ellisinden fazlasının asgari ücretle çalıştığı, emekli maaşının on bin lira civarında olduğu, ücret/fiyat dengesinin sürekli fiyatlar lehine bozulduğu, enflasyonun bilerek kontrol altına alınmadığı bir ülkede halkın demokratik katılımından bahsedilemez. Eğer bu sürece halk gerçekten katılabilseydi o halkın politik yönelimi, dinsel inancı ne olursa olsun sonuç böyle olmazdı. Çünkü politik alan gerçek demokrasilerde sorunların çözümüne odaklanır; laiklik de işte bu yüzden önemlidir.

Halkı esas alan, sorunların çözümüne odaklı gerçek demokrasilerde dinsel inanç ve etnik köken sorunların önüne geçmez. Rojava pratiği, Demokratik Konfederalizm, toplumsal cinsiyetlerin eşitliğini esas alan, ekolojik/demokratik ahlaki toplum bu nedenden dolayı Ortadoğu’nun çözülmüş bulmacasıdır.

İşte bu nedenle başta Erdoğan olmak üzere bölgedeki bütün gerici çevreler Rojava pratiğine düşmanlık yapıyorlar, tahammülsüzler. Rojava’da birçok dinsel inanç ve etnik kökenden insan birlikte yaşıyor. Başta Türkiye olmak üzere birçok çevre süreci provoke etmek için yıllardır yoğun bir çaba sarf ediyorlar; ama nafile…

Aksine Rojava’da birçok farklı dinden ve kökenden insan hep birlikte hem savaşın yaralarını sarıyor hem de demokratik bir toplum inşa ediyorlar. İlk defa bunun mümkün olduğu, politikanın dini inancı ve etnik kökeni esas almadan, bölge halklarının çıkarlarını ve refahını gözeterek yapılabileceği Rojava pratiğinde net bir biçimde ortaya çıktı.

Rojava’da yaşayan her halkın kendi kurumları var; her inançtan insan ibadetini özgürce yapabilir. Kimse kimsenin ötekisi değil ve politik alanda toplumsal çıkarlar esas alınıyor. Erdoğan ve Türk devletinin Rojava düşmanlığı tam da bu nedenledir. Türkiye’de geleneksel Türkçü çevreler ve yeni siyasal İslamcıların en önemli ortaklığı Kürt Halk Önderi’nin paradigmasına, onun vücut bulmuş hali olan Rojava’ya düşmanlıktır.

Erdoğan uzun bir süredir Rojava’ya saldırı planlıyor; geçenlerde yeniden bu kirli planlarını dillendirdi. Rojava’da seçimler bir demokrasi şöleni olacak; halk sadece yöneticilerini seçmeyecek, bizzat yönetim sürecinin ortağı olacak. O noktadan sonra ne tek başına BAAS Partisi ne de AKP benzeri yapılar bu halkın kapısını bir daha çalamazlar.

Rojava pratiği Erdoğan ve Ulusalcıları korkutuyor; tıpkı dönemin bütün gerici güçlerinin birleşip Tomas Münzer’in önderlik ettiği dönemin köylü ayaklanmasını bastırmak, Paris Komünü’nü yok etmek istemeleri gibi onlar da Rojava pratiğini yok etmek istiyorlar. Bu tarihte hep böyle olmuştur ama kazanan hep ilerici insanlık olmuştur.

Öyleyse Rojava’yı savunmak bütün insanlık değerlerini savunmak; yeniden tarihte yolculuk yapıp, Münzer’e yoldaşlık yapmak, bir kez daha Paris Komünü’nü savunmak, Kürt Halk Önderi’ne dayatılan insanlık dışı tecride direnmektir.

Faşizmin Rojava’ya yönelik saldırıları püskürtülmelidir.

Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.