Aktüel Yorum

Rüyalardaki faşizm…

Hitler 1933’te iktidara geldi. Seçimle. I. Dünya Savaşı’nı mağlup bitirmiş, ulusal onuru zedelenmiş, Weimar Anayasası’nın kurduğu sistemle sorunlarının üstesinden gelememiş, 1920’lerde akıl almaz boyuttaki ekonomik krizle başa çıkmaya çalışmış bir halk, her türlü çılgınlığı yapmaya hazır bir ruh haliyle Adolf Hitler’i seçti, onun peşine düştü. Büyük yazarlar, şairler, felsefeciler çıkarmış bir halk.

Sebastian Haffner, ‘Bir Alman’ın Hikâyesi’ (2018, İletişim, çeviren Hulki Demirel) adlı çarpıcı kitabında milyonlarca Alman’a ‘umut olan’ Hitler gibi beş para etmez bir ırkçı için şu tanımı yapar: “Pezevenklere yaraşır saç kesimi, sahte bir pırıltı, Viyana banliyölerine has şive, çok sık ve çok fazla konuşması, saralılarınkine benzeyen hareketler, abartılı jestler, salyalar saçarak yaygaracılık yapması, kâh gözlerini dikerek kâh bakışlarını kaçırarak bakması ve tabii konuşmalarının içeriği: Tehdit etmekten ve hunharlıktan aldığı keyif, kanlı infaz fantezileri. 1930 yılında Spor Sarayı’nda onu avuçlarını patlatırcasına alkışlayanların çoğu, muhtemelen bu adamdan sokakta ateş bile istememeyi tercih ederlerdi… Bütün bu çirkinliğin, bu çamura batmışlığın, bu yapış yapış iğrençliğin yarattığı büyüleyici etki…

Böyle biri iktidarı adım adım ele geçirirken, milyonlarca Alman ve tabii solcular (siyasetçiler), işçiler, başlarına gelebilecek olanlardan endişeliydi, ancak sosyalistler halka umut olamazken, sosyal demokratlar, yine Haffner’in sözcükleriyle; “… 1933’teki seçim mücadelesini dehşet verecek kadar aşağılayıcı bir tarzda, Nazilerin sloganlarının arkasına takılıp, kendilerinin de ne kadar ‘milli’ olduklarını vurgulamaya çalışarak geçirmişlerdi.”

Yalnızca siyasetçilerin hatalarından, siyasal ve toplumsal koşulların faşizme elverişliliğinden söz etmek yetmiyor Nasyonal Sosyalizmi kavramak için. Bir de insan faktörü var; inanan, destekleyen, zırcahil bir çılgının hezeyanlarında hikmet arayan ve bulan, muhtelif kötülüklere ortak olan, susan, seyreden, rıza gösteren, başını çeviren, korkan ve çok kısa sürede Nazizm için uygun insana dönüşen yığınlar. Ortak olan kadar, hatta bana kalırsa onlardan daha etkileyici olan, Nazi suçlarında doğrudan rol almamış sıradan halk, onların ruh hali.

Nazi deneyimi, faşizm tarihinin gördüğü en ‘örgütlü’, ‘soğukkanlı’ ve ‘bilimsel’ barbarlık olarak etkileyici. Her şeyiyle, her ânıyla, her karakteriyle. Ve günümüz için de çok şey anlatıyor. Bu yüzden, konuya ilişkin yayınlanan hemen her eser hakkında iki satır yazmaya çalışıyorum. İletişim Yayınları uzun süre önce bir faşizm incelemeleri serisine başladı, arka arkaya çok önemli kitaplar yayınlandı. Son kitap, Charlotte Beradt’ın ‘Rüyaların Üçüncü Reich’ı’ adlı çalışma. Aslı Önal çevirmiş. Kendi halinde yaşamaya çalışan sıradan Alman’ın iç dünyasını, 1930’ların başından itibaren derlediği rüyalarla çözümlemiş Beradt ve ortaya, faşist rejimde yaşamak zorunda kalanların korkularını, endişelerini, hayallerini, kısaca ‘insanlık durumlarını’ betimleyen nefis bir çalışma çıkmış.

Beradt 1907 doğumlu, Yahudi bir aileye mensup. İlk ve tek kitabı Rüyaların Üçüncü Reich’ını 1966’da yayınlamış. Kitabın ortaya çıkış hikâyesi birinci bölümde anlatılıyor. Bir fabrika sahibi, Hitler’in iktidara gelişinden üç gün sonra, hiç kimse ona elini sürmemesine karşın paramparça olduğu bir rüya görür, kısaca, psikolojik bir işkencedir rüyasında yaşadığı. Yazar’a göreyse; “Ne var ki bugün daha geniş bir bakış açısıyla geriye dönüp baktığımızda… Totaliter rejimin bireyler üzerinden kurduğu baskının yol açtığı yabancılaşma, köksüzleşme, izolasyon, kimliksizleşme ve hayatın olağan akışında meydana gelen süreksizliği gayet iyi görebiliyoruz.” Benzer birkaç deneyime daha tanık olan Beradt, ‘Nasyonal Sosyalizm hakkında hüküm verme günü geldiğinde, bu rüyalar birer kanıt işlevi görebileceği’ için, ‘diktatörlüğün dikte ettiği rüyaları toplama işine’ başlamaya karar vermiş ve Almanya’dan ayrıldığı 1939 yılına dek derlemeye devam etmiş. İlginçtir, yazara göre en aydınlatıcı örnekler ‘Nazi rejiminin henüz hâlâ hafife alındığı başlangıç dönemine’ aitmiş. Beradt, yardım alarak yaklaşık üç yüz civarında örnekleme ulaşmış ve Nazi döneminde çoğu insanın benzer rüyalara ‘mahkum olduğu’ sonucuna varmış. Yıllar sonra yayınladığı için, zaman içinde biriken bilimsel bilgi ve belgelerin epeyce yararını görmüş.

On bir bölüm ve iki kısa ek yazıdan oluşan kitabın ikinci bölümüne Beradt şöyle başlıyor: “Totaliter bir yönetim altında yaşayan insanların rüyalarına ilk nüfuz eden şey, rejimin en bariz gerçekliği olan, önceden düşünülüp tasarlanmış yönetmelik, tüzük ve yasalardır.” Ardından, mevzuatlı rüyalardan örnekler vermiş. Bazı tespitlerinin altını özellikle çizmek istiyorum…

Rüyalarda sık karşılaşılan bir durum, ‘çevre’ faktörü. ‘İnsanların gözü önünde birini küçük düşürmenin siyasi bir araç olarak kullanılması’ hayli yaygın. Birinin başı belaya girdiğinde ‘sessiz ve ifadesizce’ önlerine bakmaktan başka bir şey yapmayan insanların oluşturduğu bir ‘çevre’den söz ediyoruz. Orwell’ın ‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ünü yayınlamasından on beş yıl önce, rüyalarında benzer şeyler görenler var. Radyodan duyduklarından etkilenen biri, kitap yakma ‘şenliklerine’ ilişkin haberdeki, ‘kamyonlar dolusu’ ve ‘odun ateşleri’ ifadelerinden etkilenmiş. ‘Çevre’ tarafından terk edilmişlik duygusu, yazara göre, Hannah Arendt’in totaliter yönetimlerin temel özellikleri olarak formüle ettiği ‘çoğulluğun tahrip edilmesi’ ve kamusal alandaki ‘terk edilmişlik’ olgularına karşılık geliyor.

Hiçbir şeyden keyif almamak’ insanın başını derde sokar mı; 1930’lar Almanya’sı faşizminde sokar! Bir belediye avukatı rüyasında, arkadaşına ‘artık hiçbir şeyden keyif almadığını’ söyler ve gece yarısı ‘Telefon Görüşmelerini Takip Merkezi’nden aranır… Bu kez görmezden gelinmeyi, affedilmeyi diler, yalvarır; telefondaki kişi tek kelime etmeden telefonu kapatır. Yine, bir ‘çevre’ önünde ‘küçük düşme’ rüyası. Avukat, rüyasında ‘bürokratik korku masalları’ gördüğünü söylermiş. Rüyalarında icat ettiği başka ‘kurumlar’ da var, ‘Duvarlara Dinleme Cihazı Monte Etme Eğitim Bürosu’ gibi. Kararname ve yönetmelikleri ihmal etmeyelim: ‘Yabancılarla Temasın Yasaklanmasını Düzenleyen Kararname’, ‘Belediye Çalışanları Arasında Rastlanan Burjuva Eğilimlilerin Yasaklanmasına İlişkin Yönetmelik.’

Türlü propaganda araçları insanların derinine işliyor; hoparlörler, posterler, pankartlar, gazete manşetleri… kısacası ‘enformasyon tekellerinin olanca cephaneliği’, rüyalara konu oluyor. Örneğin gürültüye karşı hassas biri, rüyasında radyosunun arka arkaya ‘Führer adına!’ diye yüksek tonda bağırdığını anlatmış. Beradt: “Radyolardan gazete manşetlerine, insanların beyinlerini yıkamak için kullanılan her türlü propaganda aracı, totaliter yönetimin müstakbel tebaasını rüyalarda bile takip eder, fiziksel terörün icracısı konumundaki SA gibi rüyalara musallat olur.” Bir kadın, dişçide, aletlere, ‘içlerinde dinleme aleti var mıdır’ kuşkusuyla baktığını anlatıyor. Milyonlarca insan mütemadiyen gözetim altında, kuşku ve belirsizlikle yaşıyor; bir başka söyleyişle, dinmeyen bir ‘terör’ ortamı. İnsanların evine birer dinleme cihazı yerleştirmeye gerek yok, totalitarizmin başarısı için, böyle bir korkunun yüreklere salınması yeterli. Öyle bir endişe yaşıyor ki insanlarda, bir adam, başka bir şey görmek yasaklandığı için rüyasında anlamsız şeyler gördüğünü anlatmış!

‘Yapacak bir şeyi olmadığı, elinden bir şey gelmeyeceği’ telkin edilenler, fiziksel özellikleri (örneğin, burun) ve renkleri nedeniyle korku yaşayanlar, rüyasında Nazilerle mücadele etmenin gururunu yaşayanlar, ‘arzu nesnesi’, ‘bekar’ Hitler’in etkisinde kalanlar ve tabii, Yahudilerin rüyaları. Yazara göre, “… Toplumun her kesiminden insanlar kendi korku ve kaygılarıyla, totaliter devletin prensip ve hedeflerini ilk andan itibaren rüyalarında sezmiş ve daha da ilerisini görmüşlerdir.” Hakikaten bu rüyalar birer kehanet gibi.

Bir kadın, henüz ırk yasası yürürlüğe girmemişken gördüğü rüyada, nehir kenarında yemek yerken işittikleri ‘Geliyorlar!’ ifadesiyle kaçmaya başlamış, saklanacak bir yer aramış ve sonunda kendisini bir ceset yığının altında bulmuş: “O ceset yığının altında, kolumun altında dosyam, saf bir mutlulukla öylece duruyorum.” İnsanî ve utanç verici.

Utanç demişken, son olarak yazarın bir tespitine bakalım: “Diktatörlük altında görülen düşlerde, duyulan korkuya ıstırap veren bir utanç eşlik eder sık sık.”

İnsanı insanlıktan çıkaran faşizmde, Nazi Almanya’sında sıradan insanların gördüğü rüyaları anlatan bu kitabı okumanızda yarar var. Günümüz için de çok şey söylüyor.

Murat Sevinç

İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.
Yazarın bir önceki yazısı
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Reklamı engelleyerek iyi yapmışın, yazıya odaklanmakta fayda var.