Savaş hepimizi çürütüyor
Ukrayna cephesindeki gelişmeler mevcut paylaşım savaşını dünya çapında yeni bir evreye yükseltti. Savaş en başta ekonomik boyutta olumsuz etkisini her yerde gösterirken aynı zamanda adeta hegemon güçler açısından “tanrının bir lütfu” gibi değerlendirilerek bir çok coğrafyada “zayıf” olana saldırmanın fırsatı olarak kullanılmaya çalışılıyor.
Örneğin son dönemde giderek Hindistan’da başta Müslümanlar olmak üzere farklı dini inanıştaki kesimlere karşı Modi iktidarı tarafından da motive edilen sağcı Hindu grupların saldırganlığı giderek artmakta. Hindistan’da Müslümanlar azınlık olsa da yaklaşık 200 milyonluk nüfusa sahip. Son günlerde saldırıya uğrayan Dalitler de 200 milyon civarı. Umarım olmaz ama ortaya çıkabilecek çatışmanın potansiyeli büyük.
Pakistan içindeki ABD ve ordunun tehditlerinin de dahil olduğu iktidar değişikliği sonrasında ise yeni İslamabad yönetiminin Afganistan’da sivilleri hava saldırılarıyla hedeflemesi ve 47 kişiyi öldürmesi yine bu kapsamda anılmaya değer.
Sıradan İsraillilere düzenlenen saldırılar sonrası Tel Aviv yönetiminin Filistinlilere dönük giderek artan baskıları, yakın zamanda Gazze Şeridi çevresine füze savunma sistemi takviyesi yapması, şiddetin dozunun artırılacağının işareti olarak görülebilir.
Boris Johnson liderliğinin Ukrayna’da savaşı teşvik etmekten arta kalan zamanında ırkçılığı ve göçmen karşıtlığını tırmandırması da savaşın gölgelediği olaylardan. Manş Denizi’nden göçmen geçişini orduyu görevlendirerek engellerken, İngiltere’ye ulaşmayı beceren göçmenleri de Ruanda’ya sürme kararı alındı.
Amazon ormanlarına dönük neo-faşist Bolsonaro yönetiminin maden çıkarma hevesiyle yürüttüğü istila kampanyası da bu kapsamda değerlendirilmeli. Zira Brezilya Devlet Başkanı Bolsonaro bu politikasının gerekçesini de savaştan alıyor. “Bizim için iyi fırsat çıktı” diyor. Bu politikanın başta doğa olmak üzere çok sayıda kurbanı var. Geçen hafta yasadışı madencilere karşı topraklarını savunurken iki yerli lideri öldürüldü, beş yerli ise yaralandı. Dünyanın akciğerleri diye anılan bu bölgeye dönük tahribat yeni değil ama dur diyen maalesef yok!
El Salvador’da Devlet Başkanı Bukele’nin ülkeyi açık hava hapishanesine dönüştüren baskıcı yönetimi, Afrika’nın çeşitli ülkelerinde giderek artan saldırılar, kıtlık, Güney Afrika’da yükselen göçmen karşıtlığı, İsveç’te Kuran yakma provokasyonu düzenlenmesi, Kanada’da Teravih namazından çıkanlara ateş açılması gibi olaylar da bu çerçevede değerlendirilmeli.
Bunlar sadece benim görebildiklerim muhtemelen daha fazlası vardır. Elbette yukarıda saydığım olayların hepsinin kendine has dinamikleri var. Fakat savaş atmosferi bütün bu saldırganlıkları, haksızlıkları kolaylaştırıyor. Güney Kürdistan ve Rojava’ya dönük kapsamlı saldırılar ise TC ve uzlaştığı Irak, KDP, ABD yönetimlerinin ittifakının süreci bu sahada lütufa çevirme hamlesi. Hedefte Türkiye içindeki seçim vb. politik hesaplar bir yana sadece Kürt halkı ve KÖH yok. Aynı zamanda Irak’ın geleceğini kendi istekleri doğrultusunda biçimlendirme arayışı ve bölgenin petrolünü, gazını Avrupa’ya taşıma hevesi de muhtemelen bu saldırının ufku dahilinde.
Paylaşım savaşının şu an motoru olan Ukrayna cephesine gelince yakın zamanda çatışmaları duraklatacak bir uzlaşma olasılığı dahi gözükmüyor. Rusya’nın 9 Mayıs’ta ilan edeceği varsayılan “zafer”in Batı tarafından tanınma olasılığı bir hayli zayıf. Süreç ayrıca geçmişte “dehşet dengesi” diye ifade edilen karşılıklı nükleer silahların kullanılmayacağı varsayımını da eskitti. Bugün nükleer silahların kullanılması olasılığı geçmişe göre maalesef çok daha yüksek. Durdurmanın yolunu bulamadığımız sürece savaş hepimizi çürütecek…