Süreklileşmiş savaş rejimleri
Gitgide şiddetini artıran post-modern karakterli 3. Dünya Savaşı önceki dönemlerde şekillenmiş statüko/ları tuzla buz ederken aynı zamanda geçmiş dönemi tarif için kullandığımız kavram setlerini de aşındırıyor.
“Soğuk Savaş”ı tanımlarken ABD-Sovyetler Birliği karşıtlığı gibi belli kerteriz noktalarına başvurabiliyorduk. Ancak bugünün dünyasında bu olanak ortadan kalktı. Şimdi savaşın tarafı olan güçlerin tamamı kapitalist, tamamı sağcı ve paylaşımdan hisse almak için alabildiğine militarizeler. Ayrıca mevcut savaş irili ufaklı emperyalist olan ya da buna özlem duyan çok sayıda gücü barındırıyor.
Bugünün emperyalizmi yeni-sömürgecilikle klasik kolonyalizmin içe içe geçtiği özelliklere sahip. Şu an dünyada olan bitenleri tek başına ABD emperyalizminin kötülükleriyle açıklamak kaçınılmaz olarak örneğin bir çok “sol” Latin Amerikalı lideri Erdoğan’la ya da Reisi ile kolayca yan yana getiriyor. Bu bakış açısı en iyimser ifadeyle milliyetçiliktir. Daha da ötesi körlük. Sol açısından hiçbir biçimde savunulamaz. Zira Erdoğan’ın, Reisi’nin dünyasıyla Biden’ın rüyaları arasında kapitalist yağmacı vahşeti insanlığa ve doğaya karşı uygulama başlığında zerre kadar fark yok!
Mevcut savaş dünyanın genelinde neo-faşizmin fideliğini sürekli besliyor. Bunun paralelinde yükselen militarizm toplumları da çürütüyor. İnsana ve doğaya dair şimdiye kadar şekillenmiş olan değerleri de çöpe atıyor. “Denge” kurumu olarak görülebilecek BM işlevsizleşti; “dehşet dengesi” diye ifade edilen nükleer silahların karşılıklı kullanılmamasını sağlayan durum ortadan kalktı. İnsan, doğa hakları vb. kavramlar etrafında varoluş savaşı sürdürmek olanaksızlaşıyor. Savaşın aktörleri elbette yetenekli göz boyayıcılar. Kanlı politikalarını değişik ambalajlar altında satma yetenekleri yüksek.
3. Dünya Savaşı genişletilmiş Orta Doğu’da TC, İsrail, İran ve Azerbaycan’ı “süreklileşmiş savaş” ve “soykırım” rejimlerine dönüştürdü. Bu güçler içeride birer açık diktatörlüğe evrilirken aynı zamanda emperyalist-işgalci politikalar uyguluyorlar. Bu güçlerden herhangi birinin demokratikliğinden ya da anti-emperyalistliğinden dem vurarak buna göre politika yapmak kaçınılmaz olarak bizi onların eksenine sürükler. Bu çerçevede “ulusal kurtuluş savaşları” gibi kavramların 20. yüzyılın başındaki ile aynı karşılık ve kapsamda olması beklenemez.
Bugün içinde bulunduğumuz savaşa post-modern karakterde dememizin en önemli sebebi bu savaşın belli mutlaklıklara hapsedilemeyip gün be gün değişen doğasının göz önünde bulundurma gereğidir. Örneğin kısaca Güney Kafkasya cephesine bakalım. Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev, İspanya’da Ermenistan Başbakanı Paşinyan’la AB nezdinde düzenlenen zirveye katılmadı ve barış anlaşması imzalamadı. Sonrası olası barış anlaşması için Bakü yönetimi Ermenistan’dan 8 köyü daha istediğini açıkladı. Bunlardan kuzeyde olanlar Yerevan’ın Gürcistan irtibatını keserken güneyde olanlar da İran’la kontağını sonlandıracak nitelikte. Artsakh-D. Karabağ’ın Ermeni kimliğine vurgu yaparak, böyle bir gelişmeye en çok karşı çıkan ise İran. Çünkü ABD-TC-Rusya-İngiltere-AB, Pakistan ve İsrail destekli Azerbaycan’la kuzeyi kuşatılmış olacak. Normalde en çok karşı çıkması gereken ABD-AB-İngiltere-Hindistan destekli Paşinyan yönetimi ise Syunik- Zangezur’dan geçmesi planlanan koridorun (TC’nin emperyalist projelerinden biri olan) en çok kendi işlerine geldiğini Ermenistan halklarına pazarlamakla meşgul. Karışık ve çelişkili mi geldi? Durumun bir bulamacaya benzediği doğru ancak çelişkili değil, aksine bir yapbozun parçaları gibi her şey yerli yerince. Yarın bu pozisyonların değişmeyeceği anlamına gelmez aksine güç dengelerindeki en ufak bir oynama pekala bu aktörlerin politikalarında da “değişim”i zorlar.
Mevcut savaşının sürdürülmesinin halklar adına bir getirisi kesinlikle yok! Güç oyunlarını bozmanın yolunu bulmamız gerekiyor. Savaşsız sömürüsüz bir hayat isteyenlerin yapacağı şey öncelikle bu doğrultuda dünya çapında bir barış ve dayanışma hareketi yaratmak olmalı…